Omri Givon: Çok düşük bütçelerle çalışıyoruz. Bu da bizi hikayeye odaklanmaya zorluyor

Omri Givon: Çok düşük bütçelerle çalışıyoruz. Bu da bizi hikayeye odaklanmaya zorluyor
Omri Givon’la tanışın… 1977 yılında İsrail’de doğan Givon, Tel Aviv’de yaşıyor. Kudüs’teki Charles A. Smith Sanat Okulu’ndan mezun olduktan sonra kısa filmlerle sektöre giren Givon, adını Transparent filmiyle duyurmuştu. Bağımsız bir yapımcı olarak ürettiği dizisi The Valley of Dreams ile televizyonda da başarıyı yakaladı. İlk sinema filmi Seven Minutes in Heaven pek çok festivalde gösterildi ve ödül kazandı. 

2013 yılında Rotem Shamir’le birlikte Hostages dizisini yazıp yönetti. Hostages, Fransa’da, İngiltere’de ve Netflix’te yayınlanan ilk İsrail dizisi oldu. Warner Brothers ve Jerry Bruckheimer tarafından CBS için uyarlandı. Dizinin ikinci sezonu, Canal+ işbirliğiyle hazırlandı. Omri Givon şimdi de geçtiğimiz yıl düzenlenen CanneSeries'de En İyi Dizi ödülünü kazanan  When Heroes Fly ile büyük bir başarıya ulaştı. İsrail televizyonlarının bugüne kadar en çok izlenen dizisi olan When Heroes Fly, 10 Ocak itibariyle Netflix sayesinde dünyanın birçok yerinde milyonlarca seyirciye ulaşacak. 

Biz de Givon'a ulaşıp diziyle ilgili sorularımızı yanıtlamasını istedik. Buyrunuz...

● Bize biraz diziden ve karakterlerden bahseder misiniz?
Tür olarak İsrail’e pek uygun olmayan, ama içerik ve karakterler açısından fazlasıyla İsrail’i yansıtan bir dizi. Rahmetli Amir Guttrfreund’un aynı adlı romanından uyarlandı ama birebir bir uyarlama değil. Kitapta altı arkadaşın 40 yıllık dostlukları anlatılıyordu. Arkadaşların, bir kızı kurtarmak için yabancı bir ülkeye gitmesini aynı tuttuk. Dizide, eskiden kardeş gibi olan dört arkadaşa, dört Golani savaşçısına odaklandık. Hikayeyi, Lübnan Savaşı’ndan 11 yıl sonrasında başlattık.

Dizide çok sayıda karakter ve aralarında çok sayıda ilişki bağı var. Bu çok sevdiğim bir şey. Romandaki temaları kullandım, ama oradaki hikayenin aynısını anlatmak yerine sadece ilham almayı seçtim. Benim için bu hikayede asıl ilgi çekici olan şey karakterler arasındaki arkadaşlık ve askerlik hizmetinden sonra yaşadıkları ortak travmaydı. Onları İsrail dışında bir yolculuğa çıkartmak ve tekrar bir araya gelmelerinin etkilerini anlatmak çok ilgimi çekti. Birbirlerinden sakladıkları sırlarla ve aralarındaki anlaşmazlıklarla mücadele etmeleri gerekiyordu. Tomer Kapon’un oynadığı Aviv, Tel Aviv’in gece hayatında yaşayan biriyken, travma sonrası hayatı alt üst olan biri. Nadav Netz’in oynadığı Dubi fazlasıyla dindar. Ninet Tayeb, Yaeli’nin hikayesiyle derin bir bağ kurdu ve büyük bir heyecanla oynadı. Kamera ne zaman ona dönse inanılmaz şeyler oluyor.

● Başka lokasyonlar da kullandınız mı?
Bütün ekibi altı haftalığına Kolombiya’ya götürdük. Bogota’da ve şehri çevreleyen ormanlarda çekim yaptık. Çok karmaşık bir çekim sürecimiz vardı. Çünkü hikaye günümüz Kolombiya’sında geçiyor ama sürekli geçmişe dönüyor ve İsrail’de yaşananları görüyoruz. Dizinin görünümü, kostümler ve mekanlar günümüz ve geçmişe göre değişiklik göstermeliydi. Kolombiya’da olmak da işimizi zorlaştırıyordu. Zorlu bir kargaşa olduğunu söyleyebilirim.

● Bu projede pek çok göreviniz var: yaratıcı, yazar ve yönetmen. Böyle çalışmayı mı tercih ediyorsunuz?
Birçok yönüyle, evet. Bu bir televizyon dizisi ama ben kafamda hala bir sinema filmi yönetmeniyim, bir “auteur”üm. Bu yüzden kendi yazdığım işleri çekmeyi seviyorum. Çok keskin bir kural değil. Başkasının yazdığı çok iyi bir senaryoyla karşılaşırsam yönetmekten büyük bir keyif alırım. Hem yazar, hem yönetmen olmak bütün yaratım sürecini çok kişiselleştiriyor, bir sinema filmi yapar gibi çalışıyorsunuz. Her şeyden haberdarım. Yazarken bir yandan da yönetiyorum. Yazarın ve yönetmenin aynı anda sette olması birçok açıdan prodüksiyonu da kolaylaştıran bir şey. Çok çalışmam gerekiyor ama şahane bir ekibim var. Görüntü yönetmenim, yapımcılarım… Hepimiz birbirimizi çok iyi tanıyoruz. Bu yüzden bu dünyayı baştan sona kadar yaratmak çok keyifliydi.

● Projeye uzun bir sinema filmi olarak mı, bir televizyon dizisi olarak mı yaklaştınız?
Televizyon çok değişti, 20 yıl önceki haliyle alakası yok. İlginizi çekecek pek çok projeye, hikayeye, karaktere, sinematografiye televizyonda rastlıyorsunuz. Ben hala uzun filmler çektiğimi düşünüyorum. Bu işin kötü tarafı, yayıncıların sizden daima ikinci sezon beklemesi. Günün sonunda, televizyonda geniş bir hikaye anlatma fırsatı yakalıyorum ve bu çok ilgimi çekiyor.

● Sette yönetmenlik yaparken bir yandan senaryoyu değiştiriyor musunuz?
Gel gitler hep olur. Bazen aklıma bir fikir gelir, ta ilk bölüme dönerim. Hem yazar, hem de yönetmen olduğum için kimseden izin almam da gerekmez. Eğer gerekirse sette bazı sahneleri yeniden yazarım. Kurgu masasında da değiştirdiğim şeyler olur. Bu süreci seviyorum.

● İsrail küçük bir pazar olmasına rağmen son birkaç yılın en yenilikçi ve beğenilen dizilerini üreterek sınırları aştı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunun birkaç sebebi var. İsrail’de dizi yazan yeni jenerasyon Amerika ve Avrupa filmleriyle büyüdü. Küçük bir endüstrimiz var ve çok düşük bütçelerle çalışıyoruz. Bu, bizi hikayeye odaklanmaya zorluyor. Çok sıkışık bir takvimimiz olacağını biliyoruz. Sete geldiğimizde ne yapacağımızdan, sahnede neyin önemli olduğundan emin olmamız gerektiğini biliyoruz. Televizyonda en önemli şey hikayedir. Sinemada görselliğe ve seslere güvenirsiniz. Televizyon seyircisinin en baştan onları diziye bağlayacak bir kancaya ihtiyacı vardır. İsrail dizilerinde bu kancalar çok güçlüdür, bu yüzden dünyanın her tarafında ilgi çekerler.

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER