● Twitter kullanmak uzaydaki yalnızlıkla mücadele etmek için iyi bir yöntem miydi? Pek değil. Uzayda yalnız olduğunuza dair yanlış bir kanı var sanırım. Bir çok şair ve müzisyen uzayı yalnızlık için bir metafor olarak kullanır. Elton John’un Rocket Man şarkısı uzay uçuşları hakkında değildi, yalnızlık ve 70’lerde ünlü ve eşcinsel bir erkek olmak hakkındadır ve uzayı bir metafor olarak kullanır.
Uzayda kesinlikle yalnızlık çekmezsiniz. Çok yoğun bir yaşamınız olur, etrafınız iş, aktiviteler ve insanlarla çevrilidir. Orada altı kişisiniz. Sürekli Dünya’dakilerle irtibat halindesiniz. Tanıdığım en yalnız insanlar şehirlerin göbeğinde yaşıyorlar. Yalnız bir çiftçiyle hiç tanışmadım. Yalnızlık coğrafik bir şey değildir. Yalnızlık psikolojiktir. Yalnız kalmamak için Twitter’a ihtiyaç duymadım, aslında tam tersiydi. Milyarlarca insan adına olağanüstü bir deneyim yaşıyordum ve bunu onlarla paylaşmak ve belki de yalnızlıklarını biraz da olsa hafifletmek, tüm Dünya’yı ve evreni görmelerini sağlamak istedim. Bu yüzden Twitter benim için sadece bir iletişim aracı. Astronotlar yalnız değildir.
● Uzaya üç kere gittiniz. Yolculuklarınız arasındaki farklardan biraz bahsedebilir misiniz?
Yolculuklarım hem farklı amaçlaydı. Birbirine eşdeğer tutamayız.
İlkinde Rus Uzay İstasyonu’nun inşasına yardımcı olmak için bir uzay mekiğiyle gitmiştim. İkincisi Uluslararası Uzay İstasyonu’nun inşasında görev almak ve uzay yürüyüşleri yapmak içindi. Üçüncüsünde Soyuz’la Uluslararası Uzay İstasyonu’nda yaşamaya gittim. Hepsi birbirinden çok farklıydı.
İlk seferimde daha çok yeniydim. Böyle olduğu zaman neyin önemli olup neyin olmadığını bilemiyorsunuz. Her şey size eşit derecede önemli geliyor. Ayrıca sorumluluk seviyeniz de düşük çünkü ekipteki en deneyimsiz kişi sizsiniz. Astronot programına seçildiğimde ülkedeki en iyi test pilotu bendim. Yüksek lisans derecem falan vardı. Ama astronot olduğunuzda sadece yeni çocuksunuzdur, anlatabildim mi? Hiçbir şeyi sizin yönetiminize bırakmazlar.
İkinci uçuşumda uzay yürüyüşlerinden sorumluydum. Kalkıştan önce dört buçuk yıl boyunca uçuş üzerine çalıştım, büyük bir sorumluluktu. Üçüncü uçuşta her şeyin yönetimi bendeydi, Uluslararası Uzay İstasyonu’nun kumandanıydım.
Farklı görevleriniz oluyor. Farklı uzay gemileri kullanıyorsunuz. Ama asıl farklı olan sorumluluklarınızın ve alınacak sonuca olan ilginizin artması.
● Uluslararası Uzay İstasyonu’nda yaşarken günlük görevleriniz nelerdi?
Her şey. Size bayat bir cevap gibi gelecek ama öyle değil. İstasyon’da yaşayan altı kişi yaşanabilecek her şeyin üstesinden gelmek zorunda. Kimse tavsiyeler vermek dışında bize yardımcı olamaz. Bu yüzden ne olursa olsun riskle yüz yüze gelen ve onu çözmek zorunda olan biziz.
Sıradan bir günde Nano partiküllerinin davranış biçimlerini incelediğiniz ya da sıcaklığın yükselmediği bir ortamda ateşin nasıl çoğaldığına dair bir deney yapabilirsiniz. Sıvı ve ateş fiziğinin esas doğasını incelersiniz.
İstasyondaki teleskoplardan biriyle evreni gözlemlersiniz. Sonra tuvaleti ya da uzay istasyonunun bozulan başka bir tarafını tamir edebilir, genel bakım yapıp tamir işlerini halledebilirsiniz. Sonra bir ülkenin başbakanıyla, kralıyla, başkanıyla ya da bir okul dolusu çocukla konuşabilirsiniz. Sonra vücudunuzu güçlü tutmak için iki saat egzersiz yapmanız gerekir. Sonra bir sonraki günün aktivitelerini incelersiniz. Yani günlük görevleriniz çok çeşitlidir ve çok detaylı tanımlanmış değildir. Bu yüzden uzaya gitmeden önce yıllarca eğitiliriz çünkü gerçekten de her şeyi yapmamız istenebilir.
Ertesi gün bir ameliyat gerçekleştirmek zorunda kalabilirsiniz, asla bilemezsiniz. Her şey sizin ya da ekip arkadaşlarınızın başına neler geldiğiyle alakalı. Altı kişilik ekibin hakkından gelebileceğine güvendiğimiz bir aktivite açık büfesi diyebiliriz yani.
● Uzayda geçirdiğiniz zamanda büyük bir krizle karşılaştınız mı?
Evet. İlk uzay yürüyüşümde uzay kıyafetimin içindeki bir kirlenme yüzünden hiçbir şey görememiştim. Üçüncü uzay uçuşumda beklenmedik bir amonyak sızıntısı yaşadık, geminin ana soğutucusunu kaybetmek üzereydik. Eve dönmeden dört gün önce uzay istasyonunu kurtarmak için acil bir uzay yürüyüşü yapmak zorunda kaldık. Yani evet, birkaç kriz atlattım diyebiliriz.
● Uzay yolculuklarınızda gördüğünüz en şaşırtıcı şey neydi? Dünya’nın o kadar yukarısına çıkınca sizi en etkileyen şey ne oluyor?
Biz şaşırmamaya çalışırız, çünkü şaşırıyorsanız hazırlıksızsınız demektir. Yani hemen bir gemiye atlayıverip her şeye şaşırmamıza izin verilmez. Bir uzay gemisi uçurabileceğine güvenilmesi için insanların kaç yıllarını feda ettikleri hakkında büyük bir yanılgı olduğunu düşünüyorum. Biz asla şaşırmamaya çalışırız. Çok hoşumuza gider, kendimizi ödüllendirilmiş hissederiz ama umarız ki şaşırmayalım ya da şok geçirmeyelim.
Belki de en keyif verici şey, ve belki de buna sürpriz diyebilirsiniz, Dünya’nın ne kadar farklı güzellikleri olduğunu görmekti. Tarif etmesi çok zor bir şey ama her 92 dakikada bir Dünya’nın etrafında dolaşıyorsunuz ve her seferinde farklı bir şey görüyorsunuz. Dünya inanılmaz derecede çeşitli ve hava durumu, mevsimler, uzun süreli iklim etkisi, erozyon ve tektonik hareketler sayesinde sürekli değişiyor.
Görünce büyüleniyorsunuz. İşin en etkileyici tarafı tüm Dünya’yı kimse size ne düşünmeniz gerektiğini söylemeden, hakkında yorum yapmadan keşfetme şansı yakalamanız. Tüm Dünya’yı hiçbir filtre olmadan kendiniz görebileceğiniz ve yorumlayabileceğiniz bir konumdasınız. Tüm güzelliklerin, geçmiş yılların ve canlı doğasının etkisini üzerinizde hissedebiliyorsunuz. Bence en güzel yanı bu.
Uzayda yapacak çok iş var
● Bize ilk uçuşunuzdan bahsedebilir misiniz? Hiç korkmuş muydunuz?
Korkuyorsanız yaşadığınız şeye hazırlanmamışsınız demektir. Adrenalin ya da içgüdülerinize falan güvenip yapmanız gereken konusunda size yol göstermesini bekliyorsunuzdur. Bir uzay gemisinin böyle uçurulmasını istemeyiz. Gergin ve adrenalin yüklü bir şekilde uzay gemisi uçurulmasını istemeyiz. Bu efektif olmaz ve kötü kararlar veririz. Kimse astronotları kokpitte korku dolu bir şekilde otururken hayal etmez. Tıpkı bir uçağa bindiğinizde pilotunuzun ana motivasyonunun korku olduğunu görmek istemeyeceğiniz gibi. Profesyonel bir yeterlilik beklersiniz.
Astronot olmaya dokuz yaşımdayken karar verdim. Uzaya ilk uçuşum 26 yıl sonra gerçekleşti ve bunca süre boyunca kendimi hazırladım. Mühendis ve hem savaş, hem de test pilotu oldum. Sonra korkmak yerine hazırlıklı olabilmek adına yıllar boyunca eğitim aldım.
Bu, yaşadığınız deneyimin büyüsü karşısında müthiş bir keyif ve heyecan duymuyorsunuz, onun etkisine açık değilsiniz anlamına gelmiyor tabii. Fakat hiçbir astronot işini şansa bırakarak kalkışa geçmez. Biz uzay gemisi böyle uçurulmaz. Kalkışta her şeyi öğrenmiş oluruz.
Sorunuz birine hayatının on yılını anlatmasını istemekle aynı şey aslında. Çok çalışıyorsunuz ama bence, çok yüksek beklentilerim olmasına rağmen, hayal edebileceğimden bile daha iyi bir deneyimdi. Bu, çok karmaşık bir işi hakkıyla yapmanın, ağırlıksız olmanın, ki bir süper güce sahip olmak gibi şahane bir şeydir; ve pencerenin öteki tarafında, günde 16 kere Dünya’nın yanınızdan geçmesinin büyüsünün bir araya gelmesi yüzündendi.
● Astronot olmak çocukluk hayaliniz miydi?
Astronot olmaya çocukken karar verdim. Hayal etmek ve karar vermek arasında büyük bir fark var. Dokuz yaşımdayken, ilk kez Ay’ın üzerinde iki insanın yürüdüğü gün kararımı verdim. Neil ve Buzz Ay’da yürüdüğünde onları izlemek için uyanık kaldım ve o gün eğer hayat izin verirse uzaya uçmaya karar verdim. Böylece uzun dönemli bir hedef edindim ve bir sonraki adımımın ne olması gerektiğine karar vermem gerekti. Ne eğitimi almalıydım, bir uzay gemisi emanet edilecek biri olmak için neler yapmalıydım. Hayatta bir çok hedefim vardı ama bu en önceliklilerindendi.
Ben kararımı verdiğimde bu mümkün değildi. Kennedy’nin bir uzay örgütü yoktu. Astronotumuz yoktu. Fakat Ay’da yürümek de bir zamanlar imkansızdı; bu yüzden imkansız şeylerin de gerçekleşebileceğini idrak etmek ve onlara ulaşabilmenin tek yolunun kim olduğunu değiştirmek olduğunu fark etmek beni motive etti. Hala de ediyor ve benim üç kere uzaya uçmamı sağladı.
● Uzaya gitmenin ya da uzayda çalışmanın en stresli tarafları neler?
Yapamayacağınız veya yapma yetiniz olmayan şeyler karşısında strese girersiniz. Bence insanları strese sokan şey budur. Zamanları yoksa ya da hazır olmadıkları şeyleri yapmaları isteniyorsa strese girerler. Ya da bir şey yaklaşıyorsa ve nasıl yapacağınızı veya yapıp yapamayacağınızı bilmiyorsanız... Bunlar insanlar üzerinde strese yol açar.
Bence korku ve stresi sıklıkla başka şeylerle karıştırıyoruz ama bunlar insanların gerçek şeylere verdikleri doğal reaksiyonlardır. Korku dolu ya da stresli olmamaya çalışırım çünkü genellikle bir seçim şansınız vardır. Bir şey yapacağınızı biliyorsanız ve düzgün bir şekilde hazırlanırsanız o zaman reaksiyonunuzun korku olmayacağını ya da stresli hissetmeyeceğinizi bilirsiniz.
İlk kez araba kullandığınızda belki korkmuş ya da strese girmiş olabilirsiniz. Ama 1000 kere araba kullandıktan sonra sadece arabaya biner ve sürersiniz. Artık korku ya da stres hissetmezsiniz. Pratik yapar, hazırlanır, çalışır ve kendinizi o işi yapabilir hale getirirseniz hayatınızdaki korku ve stresi en aza indirgersiniz. Astronotların yıllardır yaptıkları da budur. 21 yıllık astronotluk hayatımda stresli olmaktan ve korkmaktan uzak durmaya çalıştım.
Sizi zorlayacak ve normalde beceremeyeceğiniz pek çok şey var. Uzay yürüyüşü yapmak, bir roket gemisini kullanmak ya da bir roket gemisini güvenli bir şekilde atmosfere sokup inişini gerçekleştirmek ya da bir uzay gemisini uzay istasyonuna indirmek gibi. Tüm bunlar yıllar içinde geliştirdiğimiz, eğer gerekli zamanı harcamazsanız sizi strese sokacağını düşündüğüm beceriler. Stres ve eylem, hazırlık yapmak ve sadece endişelenmek arasında fark olduğunu düşünüyorum.
Çok zorlu bir hayat ve bir astronotun asıl görevi stres hissetmek yerine ona karşı hazırlıklı olmaktır.
● Sizce bir asteroit saldırısından kaçmak mümkün mü? Eğer değilse, etkilerini en aza indirgemek için neler yapılabilir?
Elbette ki mümkün. En basitinden düşünürsek, bir asteroit saldırısını her an başınızın üzerine bir şemsiye tutarak savurabilirsiniz. Çünkü düşündüğünüz zaman Dünya’ya her gün toplam 100 tonluk meteor çarpıyor, evrenin çeşitli yerlerinden gelen 100 tonluk kayalar her gün çarpıyor ve çoğu un ufak oluyor. Eğer şemsiye kullanırsanız o minicik toz parçaları üzerinize konamaz. Biliyorum, saçma bir örnek. Tabii ki asteroitin büyüklüğüne ve ne kadar erken görüldüğüne bağlı olarak değişiyor.
Eğer gezegeni ya da gezegenin büyük bir kısmını korumaya çalışıyorsak asteroiti gezegene çok uzaktayken tespit etmemiz gerekiyor ki yönünü değiştirebilelim ya da daha da zoru, yok edelim. Asıl yapılması gereken, yönünü değiştirmektir. Peki bunu nasıl başarırsınız? Çünkü asteroiti yok etmeye aslında ihtiyacımız yok, sadece Dünya’ya çarpmasını engelleyelim yeter. Asıl mesele asteroit yönünü değiştirmeye değecek kadar büyük olup olmadığı. Ve onları fark edebiliyor muyuz? Onlarla ilgili ne yapabiliriz?
Asteroitin yönünü değiştirmek yerine insanlarınkini değiştirebiliriz. İnsanları asteroitin çarpacağı yerden uzağa taşıyabiliriz. Fakat bu basit bir düşünme tarzı ve son başvurulacak çare olabilir. Asteroitin Dünya’ya hiç çarpmamasını sağlamak daha güvenli olacaktır. Fakat bunu yapmak çok zor. Bunu başarmak için sınırlarımızı zorluyoruz; ama imkansız bir şey değil. Asıl iş kendini imkansız bir şeyle sınamakta.
Ben doğduğumda uzayda uçmak imkansızdı. Benim doğduğum zamanda hiçbir insan evladı uzayda uçmamıştı. Şimdi, son 15 yıldır uzayda aralıksız yaşam sürüyoruz ve şu anda orada altı kişi var. İmkansız şeyler gerçekleşebiliyor. Asıl mesele imkansız şeyleri mümkün kılacak teknolojiyi üretmek için kendimizi zorlamak ve hangi sonuçların en aza indirgenmesi gerektiğine, hangilerinin göz ardı edilebileceğine karar vermek.
Kanıtlara bakarak Dünya’nın geçmişte çok kötü hasar gördüğünü ve hiçbir dönemde gezegende şimdikinden daha fazla insan olmadığını, dolayısıyla her zamankinden daha büyük bir kesimin tehlike altında olduğunu görebiliriz.
Bu yüzden halletmemiz gereken pek çok mesele var: volkanlar, iklim değişiklikleri, tsunamiler, depremler... Herkes için iyi bir yaşam kalitesi istiyorsak yüzleşmek zorunda olduğumuz pek çok doğa olayı var. Bu risklerden biri de bir asteroit çarpması ve tarihte ilk defa belki de bu konuda bir şeyler yapabilecek bir konumdayız. Bu yüzden neden bu konuya eğilip neler yapabileceğimizi, teknolojimizin nelere el verdiğini görmeyelim? Asteroit Günü işte bunun için var. Bu sorulara cevap vermek ve teknolojimiz gün be gün geliştikçe neler yapabileceğimizi görebilmek için.
● Dünya atmosferi dışında hayat olduğuna inanıyor musunuz?
Benim neye inandığımım hiçbir önemi yok. Bu bir inanç sistemi değil. Bana sandalyelere inanıp inanmadığımı sormanızdan hiçbir farkı yok, anlatabiliyor muyum. Bu bir inanç değil. Bu ya var olan bir şey, ya da değil. Asıl soru var olup olmadıkları. İnsanların uzaylılara inanıp inanmadığımı sormasını komik buluyorum çünkü bunun ne anlama geldiğini bile bilmiyorum. Sorulması gereken onların var olup olmadığı.
Dünya dışında başka bir yerde yaşam kanıtına rastlamadık. Hiçbir kanıt yok. Buradan başka bir yerde yaşam bulamadık.
Ama arıyoruz, Mars’ın yüzeyinde dolaşan küçük araçlarımız bu yüzden var. Bu yüzden Satürn ve Jüpiter etrafında dolaşıyoruz. Jüpiter’in uydularından birinin üzerinde suya rastladık, milyarlarca yıldır yüzeyinde likit su mevcutmuş. Mars’ta su bulduk. Diğer güneşlerin etrafında gezegenler görmeye başladık, binlerce hem de. Belki şimdi galaksimizde kaç gezegen olduğunu anlamaya başlayabiliriz. Kaç galaksi olduğunu bildiğimize göre evrende kaç gezegen olduğunu tahmin edebiliriz. Teleskoplar sayesinde aşağı yukarı bir fikrimiz var.
Ayrıca, en azından gördüklerimiz arasında, kaç tanesinin bizimki gibi bir yaşama müsait olduğunu da biliyoruz. Bu noktadan sonra olasılıkların peşine düşmeye başlıyorsunuz. Görebildiğimiz bu kadar yıldız varsa onların etrafındaki gezegenleri de tespit edebiliriz.
Örneğin, eğer her yıldızın bir gezegeni olduğunu ve, ne bileyim, her 200 gezegenden birinin Dünya gibi olduğunu bilirsek bunlardan birinde yaşam olabileceği ihtimalinin ne olduğunu çıkartabiliriz. Rakamlar çok yüksek, sayıca anlatılamayacak kadar çok gezegen var. Septilyon tane falan... Rakam o kadar büyük ki, hayal bile edemezsiniz.
Ayrıca, en azından gördüklerimiz arasında, kaç tanesinin bizimki gibi bir yaşama müsait olduğunu da biliyoruz. Bu noktadan sonra olasılıkların peşine düşmeye başlıyorsunuz. Görebildiğimiz bu kadar yıldız varsa onların etrafındaki gezegenleri de tespit edebiliriz.
Örneğin, eğer her yıldızın bir gezegeni olduğunu ve, ne bileyim, her 200 gezegenden birinin Dünya gibi olduğunu bilirsek bunlardan birinde yaşam olabileceği ihtimalinin ne olduğunu çıkartabiliriz. Rakamlar çok yüksek, sayıca anlatılamayacak kadar çok gezegen var. Septilyon tane falan... Rakam o kadar büyük ki, hayal bile edemezsiniz.
Tek canlıların bizler olduğunu düşünmek mantıksız ve olanaksız gibi gözüküyor ama henüz bir kanıt bulamadığımızdan dolayı kesin olarak da bilemiyoruz.
Diğer mesele de zaman. Evren tarif edilemeyecek kadar yaşlı – 13,5 milyar yaşında. Rakamlar o kadar yükselince küçük, zayıf beyinlerimiz bunun ne anlama geldiğini bile kavramakta zorluk çekiyor. Bu yüzden sorunuzun cevabını bilmiyoruz. Bu bir inanç değil. Bu bir hakikat ama henüz cevabını bulamadık. Ama arıyoruz. Bence keşfe çıkmamızın sebebi de bu, çünkü cevaplanması gereken önemli bir soruyla karşı karşıyayız. Başka hayat var mı, yok mu?
Eğer hayat varsa, ondan öğreneceğimiz çok şey var. Eğer, herhangi bir sebepten, yalnızsak bu durumun gezegene iyi bakmak ve onu korumak konusunda daha iyi bir iş çıkartma sorumluluğu yüklediğini düşünüyorum. Bence bu cevaplanması gereken bir soru ve tarihte ilk defa teknolojimiz bunu yapabilecek kadar iyi. Bilebilme ihtimali çok heyecan verici.