Öncelikle
Ayşegül’cüğümü çok özlemişim. Hele bir de gereksiz kokoş gardolabını, Ege’nin
sıcaklığında kostümlerle değiştirmesine bayıldım. Ama 25. bölümde anladım ki
ben Ayşegül’ün en çok gitmeyi bilmesini seviyorum. Hayır, hayır arabeske
bağlayıp ‘gitmek mi zor kalmak mı’ geyiği çevirmeyeceğim. Sadece bir ilişkinin
bir hayatın bittiğini kabul etmek ve gidebilmek çok zordur. Ama Ayşegül’de bu
cesaret sonuna kadar var. Zaten Poyraz da onu bir ‘gitmek buhranı’nda tanıyıp
sevmemiş miydi?
Tabii
zamanla Poyraz’ın Ayşegül’ü sevmesi, onu kırmızı bültenle aratmaya kadar
dayandı. Hadi bunlar 140 dakikanın içinde gülümseten, ‘ah hınzır çocuk’ dedirten
anlardı. Poyraz’ın sürekli Ayşegül’ü nasıl sevdiğini söylemesi ama
gösterememesi sorunsalı yeni sezonda da yakamızı bırakmayacak gibi. Ancak
Ayşegül’ün de artık Poyraz’ın bu laflarından etkilenmemesi artıların eksileri
götürmesi gibi bu sahneleri dengeledi. Yani Ayşegül-Poyraz ilişkisini cümleler
değil eylemler ve bakışlar kurtarabilir. Yoksa Ayşegül’ün de çok güzel dediği gibi
“Ben kendi hayatımdan çıktım sen benim hayatımdan çıkmadın.” noktasından bu
ilişki tıkanır kalır.
Bir baba dedin içimi yaktın.
Hâlbuki
Poyraz’ın Bahri Baba ile ilişkisi öyle mi? 25 bölümde Aralarında çok da
bağlılıklarına dair bir konuşma geçmese de, en derinden hissetmedik mi
birbirlerini baba-oğul gibi sevdiklerini? Kısacası, Poyraz’ın polis haliyle
gelip elindeki dosya ile Baba’nın gözünün kıyısına girme çabasında, arkasından
sesi titreyerek ‘baba’ deyişindeki duygunun peşindeyim.

Duygu
demişken aklıma Sema-Sefer geldi. Birinci sezonun kanayan yarası kavuşamayan
SefSe iken ikinci sezona sonuç odaklı bir SefSe ile geri dönüş yaptılar. Sefer’in
tam kendi tarzında yaptığı evlilik teklifine Sema tam kendi tarzında yanıt verdi.
Sevdik mi? Evet çok sevdik. Ama çok Türk dizisi izlemiş bünye “Allah’ım her şey
çok güzel gidiyor ne gelecek ki başlarına?” diye alttan gerilimi vermeye
başlamıştı ki çok beklemeden ilk sinyal çaktı. Sema'nın beyniyle
ilgili bir sağlık sorunu var. Bunama, Alzheimer gibi sinyaller alsak da bu
hastalıkların tedavi şansının olmaması ‘belki beyin tümörüdür ameliyat olur
geçer’ dememe sebep oluyor.
Ama her ne olursa olsun bu gidişat; önce
hastalığını saklayan bir adet Sema sonra her daim Sema’nın yanında olacak bir
adet Sefer vaat ediyor. Hepimizin tahmin edeceği gibi Sema’nın raporlu dönemlerinde, onun
yerine, bir kere sadakatini ispatlamış hevesli avukat Mete bu göreve talip
olacaktır. Bu arada henüz Mete'ye pek ısınamasam da ilk bölüm özlediklerimizle hasret gidermece oldu, önümüzdeki bölümlerde Mete'den görünenden fazlasını umuyorum.