Sezon finaline üç kala bu bölümde işlerin daha da karmaşık bir hal almasını bekliyordum ama açıkçası beklediğimi bulamadım. Peki bundan dolayı mutsuz muyum? Asla… Öncelikle şimdiye kadarki en güzel flashback serisini izledik. Ayrıca iki sezon boyunca en çok gerildiğim bölümlerden biriydi. The Strain’in bu bölümünde belki umduğumuz yemeği yemedik ama sofradan memnun kalktık.
Bir süredir Gus’u görmüyorduk. Özlemişim... Laf olsun diye söylemiyorum. Hem karakterin sağlam bir altyapısı var hem de karakteri canlandıran Miguel Gomez’in farklı bir ışığı var. Hakkında kısa bir araştırma yaptım ve (IMDb’ye baktı) gördüm ki sektörde henüz çok yeni. Bence hızla basamakları tırmanacak ve kısa vadede olmasa dahi orta vadede bir diziyi izlemek için nedenler arasında sayabileceğimiz bir seviyeye gelecek.
Gus nihayet vampir avcılığı işine başlayacak. Bundan önce son iş olarak Aanya ve ailesini şehirden çıkarttı. Vallahi vefalı adam. Fakat Gus’un bu aileyle olan bağlantısını net olarak anlayabilen var mı? Benim için hep havada kaldılar. Denklemden çıkmaları işime geldi doğrusu. Silver Angel’in kalması ise oldukça keyifli olacak. Eski vampir filmlerinin yıldızı, yeni vampirlere karşı… Muhtemelen bacağındaki sorundan dolayı kısa sürede ölür ama o kapışmayı görmeyi isteyen sadece ben olamam değil mi?..
Evladım sıra buradan mı alınıyor?
İhtiyarın yaşına başına hürmet etmeden arkadan kafasına vuran saygısız bir de utanmadan adamı sandalyeye bağlamış. Bu yaşlıdır, prostatı vardır belki diye hiç düşünen yok. Bir de karşısına geçmiş oturuyor. Madem gidecek yerin var niye karşısına geçip oturuyorsun? Çünkü Del Toro reyiz o küçük sevimli veledin nasıl bir morona dönüştüğünü görmemizi istiyor. Herif o kadar moron ki gece evden çıkıyor ve gideceği yere gün ışıdıktan sonra ancak ulaşıyor. Başta ben de İhtiyar gibi Eldritch’e gidecek sandım ama gittiği adam da zaten İhtiyar’ın anlaştığı adam. Yani aslında koccaman bir zaman kaybı yaşadık. Yerli dizilerde dahi böylesi bir konu uzatma bulamazsın.
Konunun öncesini hatırlamayanlara kısaca hatırlatayım. İhtiyar, Occido Lumen kitabını bulması için sokaklara hakim mafyamsı bir Afro-Amerikalı ile sağlam bir para karşılığında anlaşmıştı. Tabii kendi de oturup beklemedi. O da ararken bir kaç bölüm sonra nihayet kitabı buldu ama bulur bulmaz elinden kaçırdı. Kitabı ondan kaçıran adam götürüp o Afro-Amerikalı’ya verdi. Amerikalıların çok sevdiğim bir lafı var. Böylesi durumlarda sık sık kullanırlar. What the fuck?!
Bu bölümde Eichorst’un ve Dutch’ın hikayesi birbiriyle iç içe gitti ama ben sırayla değineceğim. Öncelikle Dutch’a helal olsun. Geçen bölüm demiştim zaten Eichorst’un bu düşmanıyla gereksiz oynamaları başına hep iş açıyor diye… Fakat Master değiliz ki sözümüz dinlensin be karşim… O kısıtlı imkanlarla, tek girişi olan kapıdan boynundaki zincire...