Yaşayanları yöneten ölülerdir. Demek ki öldürülmesi gereken ölüler de var.
Cemil Meriç – Bu ülke
Burak ile Neva’nın cenaze merasiminin Derya’nın dediği gibi acımasız bir tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Maalesef Yargı’daki zaman kavramını güveler yemiş. Neva’nın ceset teşhisi 3 Eylül’de yapıldı. 2 Eylül’de Ceylin’in doğum günü kutlandı. Doğum günü kutlamasının olduğu geceyi ertesine güne bağlayan bir saat diliminde Ilgaz, dosyanın savcısı olarak kuyudan çıkan kadınlardan birinin Neva olduğunu öğrendi. İşte tam tarihi bu olaydan çıkarıyoruz. Bu bölümün içinde 10 Kasım anması yapıldığına göre Neva’nın cesedine ulaşılmasının üzerinden iki ay geçmiş. Memuriyette ölüm izni 7 iş günü olarak kullanılır. Pars da bu iznini kullanıyordu. Başmüfettiş Turgut Ali’nin geldiği gün 10 Kasım olduğuna göre Neva’nın gömülmesinin üzerinden yaklaşık 7 iş günü geçmiş. Hesaplamayı bu şekilde yapınca zamandaki delikler ortaya çıkmış oluyor. Ezcümle Neva’nın naaşının gömülmesi tam olarak iki aya tekabül ediyor. Neva iki ay gibi bir sürede gömülürken -ki bu kadar inceleneceğini düşünmüyorum ya neyse (!)- Burak iki gün içinde defnediliyor. Bu işte sizce de bir tuhaflık yok mu? İşbu sebeple Yargı’daki zaman kavramını algımda tanımlayamıyorum. Normal bir ölümde adli tıp raporu 1 gün gibi sürede çıkıyor. Adli vakalarda bu süreç değişkenlik gösteriyor. Anlamaya çalıştığım kadarıyla Yargı Melekleri, maddedeki boşluktan yararlanmış. Bu sayede Neva’nın ölüm raporunu çıkarmakta olabildiğince oyalanmış oldular. Böylece Neva’nın defnedilmesi Burak’ın ölümüne kadar bekletildi. Öyle bir denk gelecekti ki hem Neva hem de Burak aynı anda gömüldü. Bunu da “Acımasız bir tesadüf,” olarak dillendirdiler.

Yeri gelmişken başmüfettişin İstanbul’a gelişinden bahsetmek isterim. Pablo Hoca’nın işene karışmak gibi olmasın. Kendisi de beni mazur görsün, ama o nasıl bir açıdır? Sahne, Başmüfettiş Turgut Ali’ye yakışır şekilde çekilmemişti. Bu açı problemlerimizi ne yapacağız? Bir türlü o işi hâlledemedik. Ömrüm boyunca BİN defa bu sahneye benzer sahneler izledim. En kötüsü buydu. İstenilen etkiyi ben alamadım. Artık görüntü yönetmeni ile yönetmen arasında koordinasyon kopukluğu olduğunu düşünmeye başladım. Başka bir açıklama düşünemiyorum. Araba duruyor. Parke taşını saymaya başladım. Şoför kapıyı açıyor. Parke taşlarını saymaya devam ediyorum. Turgut Ali ayağını atıyor ve ben hâlâ parke taşlarını sayıyorum. Ne zaman sonra kamera yukarı çıkmayı akıl ediyor da ben de Turgut Ali’nin gülcemaline kavuşuyorum. O da tam değil. Keşke reji ekibi Hint efektlerine çalışılacağına biraz açı problemlerini çözselerdi. Güzelim sahne heba olmuş. Hâlbuki kameranın odağını biraz sola konuşlandırsalardı gayet de sahnenin duygusu verilebilirdi. Lütfen yönetmenlerim bu eleştirilerime alınmasınlar. Yapıcı ve geliştirici olması için söylüyorum. Neyse… Konumuza döneyim. Soluğu Pars’ın odasının önünde alan Turgut Ali, bu defa Rıdvan engeline takıldı. Garibim Rıdvan da her şeyden bihaber şekilde “kim bu adam” diye bakıyor. Tabii gelen kişinin Başsavcı Pars Seçkin’in bir üst versiyonu olduğunu; kısık ateşte kahve ve çifte kavrulmuş lokum isteyince idrak ediyor. Garibim ne yapsın, emir kulu. Eli ayağına dolanıyor. Bugüne kadar karşısında kaç defa HSK’dan görevlendirilmiş başmüfettiş görmüş? O sırada Pars’ın poposunda pireler uçuşturuyor. Turgut Ali, Rıdvan’a aynı anda Pars, Ilgaz ve Eren’i görmek istediğini söyledi. Bu istek İstanbul Adliyesi için skandal. Başsavcı’nın ve Cumhuriyet Savcı’sının usulsüzlüklerini denetlemek için Ankara’dan müfettişler başı geliyor. Adliyede OHAL ilân etmek demek.

Aylin’in bu aptallığı herkesi çileden çıkardı. Özellikle Çetin’in konferansına gitmesinden sonra iyice kelebek oldu. Ayakları yere değmiyor. Bu duruma Ceylin de daha fazla tahammül edemedi. Osman’ın son çare Ilgaz’dan araştırmasını istediği Dr. Çetin Sarıoğlu’nun kimliği ortaya çıktı. Aslında çıkamadı. Sadece, adamın yalan söylediğinden haberdar oldular. Aylin öğrendi de iyi mi oldu, bilemedim. Sorun sadece Aylin’in hayal kırıklığı değil. Gerçeğin ortaya çıkmasının ardından Çetin diye bildiğimiz adamın kimliğinin bilinmemesi. Daha da fenası bu adamın Yargı Çetesine ne gibi zararı olacağını kestiremememiz. Sonuçta hâlâ Burak’a yardım eden(ler)in kim olduğu bulunmadı. Belki katil olarak bildiğimiz Burak sadece paravan olarak kullanıldı? Esas katilin Burak mı, yoksa bir başkası mı olduğu da çözülemedi. Katillin ardındaki insanlar kim? Her şey o kadar karmaşık ki bu sırada Aylin’in hayal kırıklığı gözümde hiçsizleşiyor.

Bir avukatın, başta Başsavcı olmak üzere Cumhuriyet Savcısı ve polis memuruna “çürük elmalar” diye hitap etmesine adliye önünde izin verilmez. “Dur, bakalım. Sen de kimsin?” derler. Öyle basını karşısına alıp, miting yapar gibi çığırtkanlık yaptırmazlar. Polisler anında tepesine biner ve gözaltına alınır. Burada avukat olması da önemsenmez. Sahnenin yanlış tasarlanması daha buradan başlıyor. Her eline kâğıt alana basın açıklaması yaptırmazlar. Düşünün bu açıklamayı yapan kişi bir de Yekta Tilmen. Adam daha bir iki ay önce suç üstü yakalanmıştı. Dev saçmalık. Onu geçtim. Yekta’nın bu piyesini gören Pars ve Ilgaz harekete bile geçmedi. Tek yaptıkları şey cıkcıklayıp geçmeleri oldu. Yahu adam, adliyenin Başsavcısını ve Cumhuriyet Savcısını yüz kızartıcı suçla itham ediyor. Bir güvenlik ekibi de çıkıp engellemiyor.

“Her insanın içinde yatan dizginlenmiş bir karanlık, o ya da bu sebepten bir çıkış yolu bulup bir başkasının yaşamına son verebilir.” demiş Ahmet Ümit. Bölümün başladığı andan bitişine kadar geçen süre boyunca Ahmet Ümit’le benzer düşüncelerin sınırlarında dolaştım. Ilgaz’ı çokça düşündüm. Özellikle de bölümün, önceki haftanın finaliyle birlikte bize vaat ettiklerini. Vicdan okyanusunun kıyılarında Ilgaz’ın dalgalarla boğuşmasını düşledim. İlk sezon onca olayın mücadelesinin yanı sıra Ilgaz’ın içindeki Kanagawa Büyük Dalgası ile boğuşmasını izlemiştik. Mesleği ve aşkı arasındaki savunmasızlığına şahit olmuştuk. Bu bölümün sonunda ise hukuka karşı konulmaz bir gücün varlığı ile tanışmasına tanık olduk. Ilgaz ilk defa bu bölüm, hukuk karşısında zayıf düştü. Bir insanı öldürmüş olmanın verdiği vicdani rahatsızlığı, içindeki dalgaların arasına katarak sonsuzluğa uğurladı. Uğurladı, diyorum. Çünkü vicdan mahkemesinde Ilgaz beraat aldı. Ilgaz üzerindeki şoku babası ile koşmasından sonra biraz olsun atlattı. Birini öldürmüş olmanın vicdani enkazını kaldırmak çok güç. Ilgaz’dan söz ediyoruz. Adalet terazisinden zerre şaşmayan adamdan. Arabada giderken kanlı ellerine bakarak kendini vicdani sorgulamaya mahkûm etti. Ilgaz’ın içi şeffaf duvarlarla örülü. Karşıdan baktığınız an imrenirsiniz. Ama vicdan okyanusunun dalgaları Ilgaz’ın duvarını da aştı. O dalgalar arasında boğuldu sanki. Bu sebeple Ceylin, ilk sığınak olarak Metin’i seçti. Biliyordu ki Ilgaz’ı kıyıya çıkarabilecek tek kişi Metin’di. Nitekim de öyle oldu.

Belki de bu girişi yazının başında yapmalıydım. 10 Kasım Atatürk’ü anma paragrafını sonlara bırakmak istemediğimden dolayı ancak yazıyı kapatmaya yakın değinebildim. Konuya dönecek olursam, Burak’ın ve Eren’in vurulmasından bahsetmek istiyorum. Hadi, Burak kaçmak için Eren’i vurdu. Peki, ya Ilgaz? Niye Burak’ı vurmayı tercih etti? Niyazi’de yaptığı gibi kaçmasına neden fırsat vermedi? Polis zaten peşine düşmüştü. Burak’ı diri olarak yakalamak varken niye vuruyorsun? Yekta’ya hak vereceğimi düşünmezdim, fakat haklı. Burak’ın hemofili olduğunu bildiği hâlde Ilgaz vurdu. Tamam, damara denk getirmeyi Ilgaz da düşünmemiştir. Ama, her adımını hesaplayan adam Burak’ı niye vurdu? Dosyada haklıyken haksız konuma düşmesini istemezdim. 41. bölüm yazımda da belirttiğim gibi Burak’ı vurduğu için yargılanmazdı. Ortada polis memurunu yaralama suçu varken ve Burak dur ihtarına uymamışken Ilgaz’ın ateş açma hakkı var. Ama, hak diye de yapmamalıydı. Yekta’nın bu konuyu aleyhine kullanacağını düşünmesi gerekiyordu.

Ameliyattan çıkan doktorun haber vereceği sahnede alt müzik olarak bir anda “Ben ölürsem” çalmaya başladı. Sanırım sahneyi bu şekilde tasarlayarak total izleyicisi bölüme çekilmek istenmiş. Gereksizce drama bağlamışlar. İlk sezonun son beş bölümünde zaten flasforward sahnelerinde Yargı izleyicisi olarak Eren’in ölmediğini biliyorduk. “Eren mi öldü?” algısı boşuna yaratılmıştı. Sahnenin tek artısı hoş doğa ve İstanbul manzaraları eşliğinde güzel bir şarkı dinledik. Sonuçta tahmin ettiğimiz üzere ölen kişi Burak çıktı. Peki, Yargı’da hep mi böyle olacak? Engin, İnci’yi öldürdü. İnci’nin katili olarak Engin ortaya çıkmışken öldürüldü. Engin’i öldüren kişinin Ceylin değil de Niyazi olduğu ortaya çıktı (Kaldı ki burada Engin kendine katil tutmuştu). Emniyetteki köstebeğin Niyazi olduğu ve Niyazi’nin de Engin’i öldürdüğü tam ortaya çıkmıştı ki o da hakkın rahmetine kavuştu. Burak’ın kuyu cinayetlerinin baş müsebbibi olduğunu öğrenmemizin ardından Ilgaz, Burak’ı yaralamak suretiyle vurdu. Burak’ı da bu vesileyle kaybettik. Sistem öyle bir domino gibi yürümeye başladı ki bundan sonra sıranın Ilgaz’a geçeceğini düşünüyorum. Asıl meseleye gelmek istiyorum. Engin ve Niyazi yargılanmadan öldü. Şimdi de Burak. Yargı’da ne zaman gerçek suçluların adam akıllı yargılandığını göreceğiz? Hepsinin sonu ölüm mü olacak? suçluları yargılamak yerine öldürmek Sema Ergenekon ve ekibinin kolayına mı geliyor? Şu ana kadar Yargı’da katil olarak bir tek Serdar ölmedi. O da yargılanamadan firari oldu. Yargı Melekleri’nin henüz Serdar’la işinin bitmediğini düşünüyorum. İlerleyen bölümlerde Yekta’nın gütmesiyle bitlikte Serdar sahnelere geri dönecek.

Haluk’un gözünün bu kadar kör olmasına aklım almıyor. Ilgaz’a söylediği beddualar yenilir yutulur gibi değildi. “Ocağın yanmadan sönsün!” ne demek? Evet, bu kadar kolay değil. Ilgaz keşke o tetiğe hiç basmasaydı. Maalesef keşkeler ne olanları değiştirebilir ne de ölenleri geri getirebilir. Ilgaz’ın Burak’ı öldürmesi ne kadar gerçekse Burak’ın Neva’yı katletmesi de bir o kadar gerçek. Adam bir dur da bak. Hadi, gözün kör. Herkes aynı şeyi tekrarlarken kulağın da mı sağır? Haluk’un sorunu soyunun kuruması. Adının devamını sürdürmek. Yoksa biricik torununu bu kadar düşündüğünü zannetmiyorum. Haluk’un her şeyi ortaya sermesine ben varım. Ama bir şartla. Gerçekleri saptırmadan ve değiştirmeden olacak. Yanında Yekta varken bu dediklerim imkânsız. Adalet umarım yerini bulur.

Rafet’in yalnızca Yekta’dan emir aldığını düşünmüyorum. Böyle insanlar herkesin adamıdır. Maşa yerine kullanılır. Haluk’un yanında çalışan Nimet Hanım, Yekta tarafından manipüle ediliyor. Tamam, kadın şokta olabilir. Fakat, gördüklerini söyleyemeyecek kadar şoka girdiğini sanmıyorum. Olay anında Ilgaz’dan sonra bilinci yerinde olan tek kişi Nimet Hanım’dı. Onunla Ilgaz’ın ifadesindeki farklılık gözden kaçmadı. Nimet, Burak’ın cinayetindeki tek kilit isim. O nedenle sıradan olanın gerisindeki gizemi görmek oldukça mühim. Ilgaz’ın silahından çıkan kovanlardan birinin kayıp olmasına şaşırmadım. Çünkü tahmin edilebilirdi. Yekta’yı ve Rafet’in iş birliğini kamera kayıtları bozacak. Hemen ortaya çıkmasa bile iki bölüm sonrasında aklanacaklarını düşünüyorum. Öncesinde Başmüfettiş Turgut Ali, Yargı Çetesi’ne epey kök söktürecek. Umarım Haluk’un maşası olmaz ve adaleti yanıltacak yanlış kararlar vermez. Turgut Ali’yi sığınacak liman zannederken o limana yanaşamadan boğulacağından korkuyorum.
Son olarak gözümden kaçmayan ve haftalardır dilimden düşmeyen bölüm öncesi yayımladıkları “Önceki Bölümlerde Yargı’da” heveslerinden vazgeçmeleri yerinde bir karar olmuş. Kesinlikle ekibin bu kararını sonuna kadar destekliyorum.
Bölümde emeği geçen herkesin eline, yüreğine sağlık!
Mortis