Ah, karanlıkta yiten bir nesne
içre barındırmak isterdim onu ben
öyle bir yerde: bilinmedik, sessiz,
derinlerin titrerken titremeyen.
 
Bir var ki her değen bize, sana, bana, bak
birlikte alır bizi bir yay gibi ancak;
iki telden bir ses çıkartır bize değen şey.
 
Biz hangi çalgıya gerilmişiz?
Hangi çalgının elindeyiz biz?
Tatlı şarkı ey...
 
Rainer Maria Rilke – Aşk Şarkısı
Ceylin ve Ilgaz ilk tartışmalarını yaparlarken, fark etmeden birbirlerine büyük büyük laflar söylediler. Ceylin, orada “Bazen sevdiğini korumak için sırlar olur. Sevdiğinin canı acımasın, diye yalan söyleyip, sır saklayabilirsin.” demişti. Ilgaz da “Yapmadım. Yapmam da!” şeklinde cevabını vermişti. Yapmıyordu. Ilgaz, meslek etiği gereğince neredeyse sıfır denecek kadar hata yapmıyordu. Öyle ki “Hata yapmak seçim değil, kaderdir.” diyebilecek kadar kendinden emindi. O kadar büyük konuşuyordu ki; bir gün, bu sözleri söylediğine pişman olacağını tahmin edemezdi. Kendine olan inancı tamdı. Yapmazdı. Herkes yapar da bir tek o yapmazdı. Ancak, hayatın döngüsüne kapılıp, bayır aşağı yuvarlanacağını nereden bilebilirdi? O da insandı. Büyük konuşmamayı bir gün öğrenecekti. Kader, Ceylin ve Ilgaz’ın hayatına çözülmesi imkânsız olan düğümleri atana kadar hata yapacağını bilmiyordu. O günler geldiğinde, Ilgaz hata yapma seçiminde bulunduğunda Ceylin, bir ân bile tereddüt etmeden telefonun tuşuna basmaktan geri durmadı.
 


Hepimiz “büyülü” bir tanışma ânı beklerken, hiçbirimiz ilk tanışmanın bu şekilde bir olaya bağlanacağını tahmin edemezdik. Etmedim de! İşte, yazının başında demek istediğim buydu. Sema Ergenekon’un dümeni eline aldığını hissettiğim ve zekâsına, düğme iliklediğim ân tam olarak burasıydı. Geçtiğimiz bölüm sonu ile bu bölümün bağlantı ve bölüm sonundaki cinayet şüphesinin bir araya getirilmesi ince düşünülmüş senaryo hareketiydi.


 
Ilgaz yine de hata yapmadı. Ilgaz’ın hata yaptığını düşünmüyorum. Sadece olayın netleşmesini bekledi. Çınar’ı bulduktan sonra adalete teslim edecekti. Devamında da Ceylin’e haber verecekti. Adamın geçen bölüm nasıl kahrolduğuna hepimiz şahit olduk. Ilgaz dürüstlüğünden ödün vermedi. Yanlış zamanda ve uygunsuz ortamda bulunması Ilgaz’ın hata yaptığını göstermez. Çınar’a olan inancının yitmesine gelecek olursam kızmasındaki tüm sebep Çınar’ın derdini Ilgaz’a anlatmamasından kaynaklıydı. Eğer Çınar gerçekleri olduğu gibi ağabeyine anlatmış olsaydı, bugün bu senaryoyu yaşamıyor olacaklardı.
 


Sırtından vurulduğunu hücrelerine kadar hisseden Ceylin’e bulundukları durumu salim kafa ile anlatabilecek kişi Pars’tı. İyi ki Pars oradaydı. Ama Ceylin, hâlihazırda bulunduğu psikolojisi ile idrak edebilecek durumda değildi. Yine de Ilgaz’a haksızlık yaptığını düşünüyorum. Bu kadar peşin hükümlü konuşması, beni şaşırtmadığı gibi Ilgaz’ı biraz olsun anlamak istemediği yorumunda bulunmamı sağladı.


 
Yekta, Ceylin’i iyi tanıyor. İntikamı büyük, sessiz ve derinden olacak. Ama, Yekta Ceylin’in intikam listesinde kaçıncı sırada yer aldığını atlıyor. Sabırsızlık içinde Ilgaz’a onu tuğla fabrikasına getiren kişinin kendisi olduğunu söylemesini bekledi. Hatta Pars’ın ifadeye çağıracağından adı gibi emindi. İşte bazen evde yapılan hesaplar, çarşıya gelince sapabiliyor. Yekta’nınki de o hesap. Beklediği gibi olmadı. Ceylin, kendisini deyim yerindeyse ispiyonlamadı. Çünkü hesabı çok başkaydı. Sanırım artık Ceylin’i Yekta’dan daha iyi tanıyoruz. Bu da Ceylin’in intikam planları arasında yerini aldı.


 
Gelelim bölüm içinde sinirlerimi en çok zıplatan meseleye. Derya Savcı geçen bölüm “Arkamdan ne çevriliyor? Benim niye haberim yok?” diye ortalığı karıştırmasından ve bizlerin saçını başını yolmasına sebep olduktan sonra muradına erdi. Hızını alamayıp Başsavcı Melih’e kadar gidince gizem de çözülmüş oldu. Hoş, biraz beklese zaten her bilgi ayağına gelecekti. Böylece karaktere karşı olan soğukluğum yaptığı bu sevimsiz davranışıyla hanesi eksi bir puan daha kazanmasına sebep oldu. Derya, bundan böyle “Ağzımla kuş tuttum, sana veriyorum.” dese bana yaranamaz.

 
Derya’nın savcı olduğuna emin miyiz? Sanki sadece yemeye içmeye gelmiş gibi davranıyor. Şimdi diyeceksiniz ki Pars da yemeklerle fazlaca haşır neşir. İyi de Pars hikâyenin içinde sırıtmıyor. Gözümüze sokmadan yemek zafiyetini izleyebiliyoruz. Mercimek çorbası sahnesi de pek manidar bir sahne olmuştu. Pars’ın defalarca dile getirdiği “Çorba içelim mi?” teklifi bu kez teklifsiz bir şekilde Derya tarafından gelince insan bir şaşırıyor. Pars’ın da maşallah çorbalara bilhassa mercimek çorbasına olan düşkünlüğünü bilmeyen kalmadı. En bol limonlusundan bir tas mercimek çorbasına bizim savcı tav oldu. Baktı ki attığı paslar tutuluyor hemen gevşeği verdi.
 
Kemal Hakim’in ölümü herkesi şoka uğrattı. Son zamanlarda zaten iyi bir haber alınmıyordu. Kemal Hakim’in ölümü yaşanan her şeyin üzerine tüy dikti. Başsavcı Melih, Zafer’in dosyasından uzak tutmak ilk önce Ilgaz’a izin teklifinde bulundu. Ilgaz duruma razı gelmeyince de Kemal Hakim’in dosyasına yönlendirdi. Amacı çok basit. Ilgaz’ın dikkati dağılsın, biraz oyalansın. Ancak, Ilgaz’ın aklı, fikri babası ve kardeşinde olunca dosyaya pek yoğunlaşacak gibi durmuyor. Bunu tahmin eden Melih ise Ilgaz’ın başına gözetmen olarak Derya Savcı’yı dikti.


 
Bilmediğim için soruyorum. İfade ve soruşturmalarda ne derece gizlilik oluyor. Ilgaz her ne kadar savcı olsa da sorgudaki kişiler babası ve kardeşi. Etik ilkelere bu kadar bağlı olan biri için bu ayrıntıyı bilmek isterim. Benzer şekilde sorum Ceylin için de geçerli. Eren, Ceylin’in her ne kadar “erkek kankası” olsa da sorgu odasının numarasını vermesi bana etik gelmiyor. Maktulün kızı olarak sorguyu izlemesi, sorgunun akışını bozacak şekilde davranmasına normal şartlarda izin verilir mi? Ya da bir avukatın dışarıdan sorguyu izlemesi ne derece uygun? Biri bu sorularıma cevap verirse hem kendi adıma hem de Yargı okuyucuları adına minnettar olacağım.  
 


Gelelim asıl meselemize. Niye kimse olayın aksini düşünmüyor? Zafer sütten çıkmış ak kaşık mı? Bunu 14’üncü bölüm yazılarımdan itibaren defalarca da dile getirdim. Çınar’ı kaçırmak için plan yapan Zafer. Araba tutmak ve silah almak için Gül’ün altınları Zafer bozdurdu. Çocuğun sırtına silahı dayayarak önce mezarlığa, ardından otobüste yakalayarak olayın gerçekleştiği yere getiren kişi Zafer. O ân aralarında çıkan arbedede Zafer değil de Çınar ölmüş olsaydı ne olurdu? Hiç düşündünüz mü? Niye herkes Çınar’ın üzerine bu kadar yükleniyor?

 
Size söyleyeyim mi? Eğer ki Çınar ölmüş olsaydı Ceylin, Zafer’i adalete teslim etmezdi. Hani, Ilgaz’ı doğruları sakladığı ve yalan söylediği için suçluyor ya… Ceylin direkt olarak Zafer’i kaçırır, suçunu örtbas etmek için de elinden gelen tüm kurnazlığını devreye sokardı. Eminim ki Çağdaş olayında yaptığı gibi babasının tutuksuz yargılanmasını da sağlardı. İnci’nin ölümünde “Ben, sana güvenmiştim.” dedi; ama peki, ya şimdi? Parla bile “Çınar yapmaz!” derken niye kimse Çınar’a güvenmiyor? Nefsi müdafaa diye bir kavram yok mu? Kaldı ki ilk kurşun aradaki boğuşma sonucunda çıktı. İkinci kurşunu kim sıktı? Engin’i öldürme şüphesiyle yargılandığını Ceylin ne çabuk unuttu?



Çınar’ın ifadesinden sonra çift el ateş edilmesinin üzerine gidilmesi dosyanın seyri açısından önem taşıyordu. Pars’ın bu durumun üzerine gitmesi iyi oldu. Ilgaz’la son gelişmeleri istişare yapmaları, ihtimalleri düşünmeleri en azından Çınar’ın suçsuzluğuna dair farklı bir yol çizecek. İkinci el ateşin doğruluk payı Metin’in ifadesi sonucunda ortaya çıkacaktı. Sorgu sahnesi tertemiz çekilmiş ve oynanmıştı. Metin’in “Keşke oraya polis memuru olarak gitseydim. Ama, bir baba olarak oradaydım.” ifadesi ile herkesin elini kolunu bağladı. Bir baba olarak orada olduğu için de Zafer’in üzerinde kaç adet kurşun yarası olduğuna bakmadı. Bu bir bahane değil. Ancak, kalbi duyguları tüm mantığını devre dışı bırakmış. İnsanın aklına hemen şöyle bir soru da geliyor. Kurşun yarasına baba olarak bakmıyor, fakat nasıl oluyor da tüm delilleri polis memurluğunun tecrübesiyle karartabiliyor? Ben burada tıkanıyorum. Yaptığının hiçbir affı yok.
 
Zafer’in tüm süreç boyunca bagajda olması, o sıra Ceylin’lerin de Çınar’dan dolayı arabaya binmesi ve tüm detaylar ortaya çıkınca Ceylin’in yıkımı daha ağır oldu. Çünkü o arabada Zafer’le birlikte birçok yere gittiler. Babasının cansız bedene arabanın bagajındayken Ceylin’in ruhu bile duymadı. Düşününce idrak etmesi bile ne kadar güç duygular olduğunu görüyoruz. Bir de bu duyguları yaşayan kişi tarafından bakınca durum, içinden çıkılmaz bir hâl alıyor.


 
Zafer’in cesedini Metin’in gömmediği ortaya çıkınca, Ilgaz’ın aklına tuğla fabrikasının yerini Ceylin’e kimin söyleyebileceği geldi. Engin’den başka kim bilecekti? Tabii ki Yekta! Öyle de oldu. Ama, nedense o ân Ilgaz’ın sorusuna cevap vermedi. O sıra ısrarlı bir şekilde Çınar’la görüşmek istediğini dile getirdi. Önce Eren’e gitti olmadı, ardından şansını Pars’ta denemek istedi o da olumlu yanıt vermeyince son çare Ilgaz kaldı. Ilgaz da Ceylin’in bu istediğini ikiletmedi. Ceylin, Çınar’a olan tüm nefret söylemlerini Çınar’ın suçsuzluğu ortaya çıkınca nasıl telafi edecek? Sonrasını niye düşünmüyor? Yine duygularına yenik düşerek fevri hareket ediyor ve bu, zaman içinde herkes için geri dönüşü olmayan derin yaralar açacak.


 
Yine de Pars, Eren ve Ilgazi Ceylin’i oraya kimin getirdiğini veya yerlerini kimden öğrendiğini öğrenemediler. Üzerine basa basa Pars’a vereceği ifade sonrasında söyleyeceğini belirtti. Böyle demesine rağmen Ceylin burada da “gerçeği” sakladı. Üstelik resmi kayıtlara geçmesini istedi. Aklından neyi geçirerek bunu yaptı, bilmiyorum. Tek tahminim intikam alma amacıyla böyle bir ifade vermiş olması. Bu duruma Yekta da şaşkın. Pars’ın karşısına geçip ifade vermek için adam ne güzel heves etmişti? Tüm balonunu bir ânda söndürüverdi. Hep diyorum ya size… Ceylin, kesinlikle Yekta’nın kadın versiyonu. Birbirlerine o kadar çok benziyorlar ki güç birliği yaptıklarını düşünemiyorum bile!


 
Ceylin, babasının ölüm nedenini Erguvan’lara da açıkladı. Gül başta “Küçücük çocuk öldürmekten ne anlasın.” dedi ama, ne yazı ki dili ile kalbinin söyledikleri birbirini tutmuyor. Detayları öğrendikçe Gül, eteğindeki taşları da dökmeye başladı. Sahneyi izlerken “Gül’ü pistten alabilir miyiz?” dediğimi hatırlıyorum. İzledikçe tahammül seviyem düşüyor. Çünkü bugün Zafer öldüyse bunun asıl sebeplisi Gül’dür. “Kanımız yerde kalmasın!” mantığı ile Zafer’i doldurmasaydı, altınları satıp silah almazdı. Çınar’ın suçsuzluğu kanıtlanmışken öldürme planları kurmazdı. Aynısını Zafer öldükten sonra Ceylin’e yapmadı mı? Kızın omuzlarına yüklediği yükün farkında değil mi? Sürekli olarak aileden birini kışkırtıyor. Ilgaz’a “şerefsiz” ânda bende devreler tamamen yandı. Gül’le yola devam edemeyiz. Mümkünse sırada eceli gelen o olabilir mi?

 
Ilgaz’ın duyduğu kesif dolu utanç için çok üzgünüm. İstemeden yaşattığı her şey olay için özür dilemek istemesi ne kadar çaresiz olduğunu gösteriyor. Kader onlara bir aşk bahşetti, fakat gayret etmeden mükafatını vermeyecek gibi duruyor. Birçok sınavdan geçtiler. O yetmiyormuş gibi verecek sınavları henüz tamamlanmadı. Ceylin’in ısrarla konuşmaması Ilgaz’ı gittikçe yaralar hâle getirdi.
 
Kemal Hakim’in ölümü başta şüphe kazandırmasa da işler ayyuka çıkamaya başlayınca ciddiye alınması gerektiğini gösterdi. Zehirlenerek ölmüş. Zehirlenme deyince Yargı’da aklıma gelen tek bir isim var; o da Merdan. Bu işte umarım Merdan’ın parmağı yoktur. Çağdaş üzerinden böyle bir son yazılmamıştır.  
 


Ceylin’in mahkeme sonrasında evlerine gitmek istemesi ben dahil izleyenleri şaşırttı. Çünkü bölümün devamı boyunca Ilgaz’a karşı bir tavrı ve suskunluğu vardı. Böyle bir teklifte bulunacağı aklıma gelmezdi. Anlaşılan o ki sadece bizi değil, Ilgaz’ı da bu teklif şaşırttı. Eve geçtiklerinde ise evin yedek anahtarını Ilgaz’a uzatması ve her şeyi arkalarında bırakmak istemesi bana Ceylin’in yapacağı bir davranış gibi gelmedi. Şartı belliydi. Ya Ceylin’i seçecek ya da ailesini! Ilgaz daha bir bölüm önce babası ile mezarlıktaki konuşmasında Ceylin’i seçeceğinin sinyalini vermişti. Bu teklif üzerine vereceği cevap beni şaşırtmazdı. Ben tam bölüm burada sona erdi diye düşünürken, kendimi(zi) bir ânda 6 ay sonrada buluverdik. İzleyenler için Yargı bu bölüm, bol sürprizliydi.


 
Yargı Melekleri, bu bölüm bizleri sadece 1 yıl geriye göndermekle kalmadılar. Aynı zamanda bölüm finalinde altı ay sonraya da gittik. Ceylin, Ilgaz’ın arabasından telaşlı bir şekilde inerken görüntüye geldi. Sonrasında üstünün ve ellerinin kan içinde olduğu dikkatimi çekti. Ofise girdi. Parmağındaki yüzükten ve Ilgaz’ın arabasını kullanmasından anladığım; Ilgaz, Ceylin’i seçmiş. Parmaklara da alyans takılmış. Fakat bir anda Eren’in kapıyı çalması, Ceylin’in kanlı bıçağı poşetten çıkarması ekrana gelince “Ne oluyoruz?” dedim.
 
İlk bakışta, Ceylin’in birini öldürdüğü algısı verildi. Hatta tongaya düşüp Twitter’da “Kesin Yekta’yı öldürdü!” dedim. Birkaç dakika geçmesinin ardından aklı selim bir şekilde düşününce Ceylin’in birini öldürmediğini anladım. Ceylin, böyle bir algı yaratmak istedi. Bu şekilde birinin işlediği suçu üzerine alacak gibi görünüyor. Büyük ihtimalle 6 ay sonra yaşanan olay her ne ise bizler bunu 34’üncü bölümde, yani sezon finalinde göreceğiz. Yeni sezona bu soru işaretleri ile başlayacağız. Düğümler tam çözüldü derken yeni düğümler atılmaya başlandığına göre geri sayıma başlayabiliriz. Sezon finaline son 5 bölüm kaldı. Bakalım önümüzdeki bölüm hikâye ne şekilde ilerleyecek ve bizleri neler bekliyor olacak? 
 
Kendi adıma gayet keyifli bir bölüm izledim. Bölümde emeği geçen herkesin yüreğine ve gönlüne sağlık.
 

Mortis




BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER