Yargı: Kâğıttan kayıklarla denizler geçilmiyor*
Ruhumu nasıl tutsam da seninkine değmese?
Nasıl aşırsam üstünden öbür şeylere ben onu?
 
Rilke
İki farklı ruhun birbirinden haberi olmadan, ilk defa aynı ortamda denk gelmesi ve sonrasındaki gelişmeler bana, Sabahattin Ali’nin şu sözünü hatırlıyor: İki insanın birbiriyle karşılaşması kadere, tanıştıktan sonra yan yana kalmaları ise onların gayretine bağlıdır.* Kader, Ceylin ve Ilgaz’ı adliyenin otoparkında yan yana getirirken, gayretlerini hiç bu kadar sınayacağını bilemezdi. Onlar, birbirinden habersiz bir şekilde yaşarlarken kader, çok daha önceden ikisini birbirine bağlamıştı. Geriye bir tek, kendi arzularını keşfederken hayatlarını derinden değiştirmeleri kalmıştı…



Bölüm, Ceylin’in kâğıttan kayıklarının bir ânda batmasıyla başladı. O sıra Ilgaz, Eren ve Pars sandalyede bağlı olan Çınar’ı kurtarmaya çalışıyorlardı. Sonrasında adaletin gerektirdiği neyse tecelli bulacaktı. Ancak, Yekta’nın Ceylin’i oraya getireceğini hiçbiri tahmin edemezdi. Edemedi de! Ceylin, bu ânlara şahit olurken ölse bile unutmayacak kadar yara aldı. Bu sahneleri izlerken Ceylin’in anbean kesif bir acıyla hemhâl oluşunu gördük. Adeta içi boşalmıştı. Ve bir ânda, bizleri İnci’nin ölüm sabahına kadar geriye attılar. Bu geriye akışı yaparlarken; ekranda şimdiye kadar Yargı’nın hikâyesindeki çarpıcı gelişmeleri zamansal olarak geriye sararak 1 yıl önceye, Ilgaz ve Ceylin’in tanışmalarına vesile olan olay gününe götürdüler.


  
Açıkçası uzun süredir Sema Ergenekon ve ekibinin, Ceylin ile Ilgaz’ın ilk tanışmalarını nasıl tasarlayacağını oldukça merak ediyordum. Daha önceki yazılarımda da bu merakımı dile getirmiştim. Bunun sinyalleri de Twitter’da Aralık ayının sonlarına doğru sadece Yargı’nın koşulduğu, Tokyo’nun (@tokyophonline) öncülüğünde yapılan space yayınında verilmişti. Yayına Sema Ergenekon da katılmıştı. Yayında, Ceylin ve Ilgaz’ın ilk tanışmalarının merak edildiği dile getirilirken; Sema Ergenekon: “Ilgaz ve Ceylin’in ilk kez nerede karşılaştıklarını ilerleyen zamanlarda senaryoya yazacağız,” şeklinde bir yanıt vermişti. O günün üzerinden yaklaşık dört ay geçti. Artık neredeyse unutacak kıvama gelmişken 13 Nisan Çarşamba akşamüzeri, ansızın Kanal D’nin “Her şey bir anda başlar!” tweet’i ile beklediğimiz “ilk tanışma” ânlarını 19.59’da kulağımıza fısıldadılar. İlk tanışma ânları, öyle bir sebebe bağlanmalıydı ki hikâye akışında sırıtmaması gerekiyordu. Yargı Melekleri de bu ânları, hikâyeye kilit yerden bağladılar.
 


Bu bölüm, yayınlanan flashback sahnelerinin hiçbir ânının altının boş olmadığını bölümün ilerleyen dakikalarında izledik. Sema Ergenekon ve ekibinin, Ilgaz ve Ceylin’in “ilk tanışma” ânlarına nasıl da titizlendiklerini buradan anlayabiliyoruz. Yazılarımda zaman zaman Sema Ergenekon nezdinde Yargı Melekleri’ne birçok serzenişim oldu. Senaryodaki mantık hataları veya vaatte bulundukları beklentilerin, izlenme hevesinin kırmasıyla alakalı eleştirel yorumlarda çokça buldum. Bulunmaya da devam ediyorum -ki bu da yaşayan bir hikâyenin sağlığı açısından olumlu yönde faydalı olacağını düşünüyorum.
 
Bir gerçek var ki bunu söylemeden duramayacağım. Sema Ergenekon’un zekâsına bir kez daha hayran kaldım. Bölüm hikâyelerini aralarında nasıl paslaşıyorlar, bilmiyorum. Ama, bu bölüm ciddi anlamda Sema Ergenekon’un dümeni eline aldığını hissettim. Tabii bu yazının devamında eleştirmeyeceğim anlamına gelmiyor. Ancak, sihirli değnek değmişçesine bir ânda kendimi ilk bölümlerin tadını alırken buldum. Sema Ergenekon ve ekibinin yaptıkları illüzyon her ne ise yedim. Hatta doyamadım. Bu kadar ağır dramın içinde biraz olsun nefes almamızı ve bölümü tebessümle izlememizi sağladılar. Zekice tasarlandığına inandığım bir bölümdü ve gayet iyi akmıştı. Çok özlemişim. Ceylin ve Ilgaz’ın bu sürekli didişme hâllerini izlemeyi epeyce özlemişim.


 
İlk başta, bölümün kaldığı yerden devam edeceğini ve Ceylin’in alışageldiğimiz tavırlarını izleyeceğimizi düşünmüştüm. Ancak, hikâye bizi 1 yıl geriye attı. Önce anlam veremedim. Sonradan aklıma hafta içi sinyalini verdikleri “ilk tanışma” ipuçları geldi. Hikâyeye ne şekilde bağlayacakları merak konusuydu. Sahne, bir ânda olay yeri inceleme ile açıldı. Kendimizi, Eren’i yıllık izinden ayağının tozu ile dönmüş ve olay yerine geldiği için hoşnut olmadığına dair söylenirken bulduk. Sonra, Sayın Savcı’mı jilet gibi bir takımın içinde arabadan indiğini gördük. Hemen sağ elindeki nişan yüzüğü dikkatimi(zi) çekti. Zaten sahnedeki amaç, yüzüğün gözümüze girmesiydi. O sıralar henüz Nevâ ile ayrılmadıkları için “bağlılığın” sembolü olan nişan yüzüğü parmağındaki yerini koruyordu. Mesaj verilmek istenen şekilde alınmıştı.
 
Yüzük demişken aklıma geldi. Dikkatli Yargı izleyicileri ve okuyucuların gözünden kaçmadığına eminim. Eren’in ilk bölümlerde evli ve sol elinde alyans olduğunu hatırlıyorum. İlerleyen bölümlerde (ilk beş bölüm içinde) boşandığını da dile getirmişti. Eren’in “Olmadı, anlaşamadık.” gibi bir cümle kurduğunu da anımsıyorum. Ancak, devamlılık perileri bu detayı sanıyorum ki atladılar. Çünkü flashback sahnelerinde Eren’in parmağında alyans yoktu. Hikâyenin seyri açısından çok önemli bir detay değil. Yine de devamlılık asistanları bu küçük ayrıntıyı hatırlasalardı, bana: “Vay bunu bile atlamamışlar!” dedirtirdi. Onlar da önemsememiş olacaklar ki sahnelerin içinde bu ayrıntıyı göremedik. Böylece izleyici, ekibe golünü attı. Sağlık olsun diyelim. Buranın vasıtasıyla kulaklarına küçük de olsa kar suyu kaçırmış olalım ki; bazen “küçük” diye önemsemediğimiz detaylar, gün gelince tadımızı kaçırmasın.
 




Ilgaz Savcı’mın ve Eren’in glüten çukuruna düşmediği bir flashback izleseydik hatırım kalırdı! Bir şeyler yerken iş konuşmak, ne hikmetse Yargı’nın olmazsa olmazlarından biri hâline geldi. Doğal olacağız, diye kantarın tozunu kaçırmasaydık iyiydi. İkisini de ağızları dolu ve yağlı bir şekilde izlemek akşamın o saatinde pek hoş olmadı. Neyse… O sırada Ceylin’i ise dans dersinde salsa yaparken izledik. Avukat Hanım’ın hobilerinin olmasına şaşırdım. Zira nerede çevrilecek bir dolap varsa Ceylin orada yerini aldığı için birtakım uğraşlar edinmiş olması beni oldukça şaşırttı. Hayatın akışına müdahale etmeyenler olunca günlük koşturmaları pek de keyifliymiş dedirttirdi. Meğer bizim kurt Avukat Ceylin, Umut’la iş birliği içindeymiş. Daha o zamanlar Eren’i falan tanımazken müvekkillerini bu şekilde topluyormuş. Şaşırdık mı? Tabii ki hayır! Umut da avukatı olmayan suçluları paslayarak Ceylin’in çorbasına tuz ekliyormuş. Bu durumun İnci’nin ölümüne kadar devam ettiğini düşünüyorum. Sonrasında zaten hepsi bir şekilde tanış ve kaynaş oldu.
 


Kaderin bir adım öncesinde hayat, Ilgaz ile Ceylin’i ilk defa aynı yerde denk düşürdü. Bu vesile ile Ceylin’in servisten bir türlü çıkmayan arabasını da görme şerefine nail olduk. Hoş, gerçi son bölümlerde yeni arabasını da göremiyoruz ya… Böylece Sema Ergenekon, space konuşmasında bahsi geçen konuların hepsine tiklerini atmış oldu. Bu şekilde de görülen bariz boşlukları yamamış oldular! 29 bölüm boyunca Sema Ergenekon, hikâyenin seyri dışında başka bir olay kurgulamışsa bu olayların mutlaka ana hikâyenin akışını etkiler nitelikte olacağını çoğu kez deneyimledik. Flashback sahnesinde Çağdaş’ın işlediği cinayet, Ilgaz ve Ceylin’in tanışmasına sebep oldu. Bölümün ilerleyen dakikalarında olaydan 1 yıl sonraya, yani günümüze dönerken Kemal Hakim’in ölümünün faili olabileceğini bizlere düşündürdü. Benzer bir olayı Pınar Sentürk dosyasında işlemişlerdi. Dediğim gibi, Sema Ergenekon isterse hikâyede zekice hamleler yapabiliyor. Fakat, ne yazık ki seyirci, hikâyeye olan bağlılığını kopardı. Pürüzleri flashback sahneleriyle ne kadar düzeltmeye çalışsalar da birçok izleyici artık hikâyeye inanmıyor. 
 
Kısa bir telefon konuşması ile aslında Ilgaz ve Nevâ’nın da ne kadar farklı kutuplar olduğunu görebildik. Ilgaz, Bozburun veya Kaz Dağları dolaylarında tatil hayalini düşlerken, Nevâ çoktan üç havuzu olan Belek’teki bir tatil köyünün yarı parasını ödemişti. Ilgaz ve Ceylin nasıl ki birbirine zıt karakterlere sahiplerse, Nevâ da bir o kadar çok başka bir boyutta. Ceylin ve Nevâ’ya aynı kulvarda kıyas etmemiz bile hata olur. Nevâ gibi nahif birinin Ilgaz’la olan evliliği de durağan ve heyecansız olurdu. İkisinin karakteri Belek ve Bozburun kadar birbirinden oldukça uzak. Bu nedenle ilişkileri de monotonluğu beraberinde getiriyor. Hoş, Ceylin de başka bir uç örnek. Aksiyonun olmadığı bir günleri yok. Ağız tadıyla karşılıklı kahvelerini içemeyecek kadar hayatı dolu dizgin yaşıyorlar. 


 
Ceylin, şu ân neyse 1 yıl önce de aynı kişiydi. Her zamanki gibi ânı kurtarmak adına küçük; ama, baş ağrıtıcı acil çıkış planları yapmaktan asla çekinmiyor. O zamanlar da yapmış. Belli ki Pars da bu ânlara tanıklık etmiş. Bu arada Ilgaz’a, Ceylin’i anlatırken ağzının sularının akıtmasından Ceylin’e olan zafiyetini vurgulaması da gözümden kaçmadı.  Düşünsenize, sanığı mahkemeden kaçırmak için; fıstığa reaksiyon verdiğini biliyor, anafilaksi belirtileri göstermesini bekliyor, mahkeme sırasında fenalaşan sanığın hastaneye sevk edilmesini sağlıyor. Bu kimin aklına gelir? Benim asla aklımın köşesinden geçmez. Ama bizim “kurt” Ceylin tüm bu planı hayata geçiriyor. Ha, bir de Ceylin’den başka ancak Yekta’nın aklına gelebilecek bir durum. Baba – kızı oynasalardı asla yadırgamazdım. Pars’ın Ilgaz’a uyarısı boşa değilmiş. Her manada dikkat etmesi için uyarsa ne olur? Onlardan önce kaderleri denk gelmiş.
 
Bölüm içindeki mantık ve zamansal hataları görmezden gelmeye çalışıyorum. Ama olmuyor. Ceylin – Aylin ve Parla üçlüsü ile çekilen sahnede babalar günü alışverişi yapılıyor. Bunda hiçbir sorun yok. Bu defa ekibin kostüm sorumlusuna ve gıyaben kostüm asistanlarına küçük bir soru sormak istiyorum. Babalar günü ne zaman? Benim bildiğim, Haziran ayının üçüncü Pazar günü. Fakat, bir karışıklık olacak ki Mayıs ayının ikinci Pazar gününe denk gelen anneler gününü çekiyorlarmış gibi hissiyat verdiler. Haziran’ın üçüncü Pazar’ı demek Temmuz ayının dibi demek. Aylin – Ceylin ve Parla’nın kostümlerinde sıkıntı yok. Sahne içinde yardımcı olan figüranın üzerinde trençkot gördüm. Olay Amsterdam’da geçmiyor.  Gözünüzü seveyim böyle basit hatalar yapmayın.


 
Ilgaz’ın bu başlardaki burnundan kıl aldırmayan hâllerine bayıldım. İlk bölümde de telefon sahnelerini çok beğenmiştim. Ceylin’e hiç yüz vermediği, onu kâle almadığı, dinlemediği sahneler zevkten dört köşe olduğum sahnelerdi. İltifatlar havada uçuştu. Ilgaz, Ceylin’e “yaygaracı bi’ avukat” derken, Ceylin de dilindeki zehirleri bonkörce kullanmaktan çekinmedi: “Gördüğüm en kibar, en centilmen, en yardımsever savcı sizsiniz!” Ilgaz, Ceylin’in dosyayı görmesine izin vermediği hâlde kendi yöntemleri ile Özge’den dosyayı istemekte çekinmedi. Özge’ye “İnanmıyorsan git sor.” derken blöf mü yaptı, yoksa zamandan kazanmak için mi böyle dedi bilemedim. Ama Özge yedi. Ilgaz’a da sormaktan çekinmedi. Sonrasında zaten bilindik manzara. Ceylin belgeleri araklar ve son dakika işin içinden sıyrılır. Ilgaz’ın da payına sinirlenmek düşer.
 


Başka bir detay daha var. Bilmiyorum, fark ettiniz mi? Ceylin adliyeden çıkarken Metin’le yan yana denk geldi. Ceylin durumun farkında değildi. Çünkü Metin’i hem tanımıyordu hem de Metin’in babası ile olan ilişkisini bilmiyordu. Ancak Metin, Ceylin’i çok iyi tanıyordu. Bunu da merdivenlerdeki bakışından ve Ceylin’i uzun uzun izleyişinden anlıyoruz. Bu kısacık karşılaşmanın belki sözü ve repliği yoktu, fakat tüm duyguların kolayca anlaşılacağı bir sahneydi. Metin’in yüzüne baktığımda gurur ve vicdan rahatsızlığını aynı anda görebildim.


 
Meğer Tilmen Hukuk’un biricik ajan avukatı Cüneyt, 1 yıl önceye kadar Yekta ile çalışmıyormuş. Bunu da flashback sahnesinden öğrendik. Sağ olsunlar malzemeyi bol kullanmışlar. Bölümün yarısında flashback sahneleri izledik. Kesinlik şikayetçi değilim. Bilakis gayet de memnun kaldım. Tabii Yekta baktı ki Ceylin’i kendi tarafına geçiremiyor. O zaman taze kan dahil etmenin derdine düşmüş. Cüneyt’in tesadüf eseri Yekta ile çalıştığına inanmıyorum. Ceylin’le Cüneyt’in gönül ilişkisini mutlaka Engin’ciğimizden öğrenmiştir ve her zamanki el çabukluğu ile kendi tarafına geçirmiştir. Aksini iddia eden olursa bile asla inanmam. Yekta’yı artık kendimden daha iyi tanıyorum. 

Bir erkek çocuğu annesi olan Beste Sultan Kasapoğulları’nın gözünden futbol sahnelerini izlemek keyifliydi. Ali Bilgin ile iş paslaşmasını bu şekilde yapmalarını sevdim. Testosteronun bolca yer aldığı sahneyi kadın gözüyle sunma fikri kimin aklına geldiyse hoşuma gitti. Teknik anlamda çekim kalitesini beğenmesem de (sahneyi geniş acısan almak için drone fazlaca kullanmış) sahneyi yüzümdeki tebessümle izledim. Bu arada Pars’ın emir komuta iletişimiyle Rıdvan’a topu atması, Rıdvan’ın topu karşılayamaması gülümsetmeye yetti.  


*Kayahan - Kâğıttan Kayıklar
*Sabahattin Ali - Kuyucaklı Yusuf
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER