Yargı: Yol arkadaşım*
“Hayattaki en zor şey; geçeceğin köprülerle, yakacağın köprüleri ayırt etmektir.”
David Russel
Hayat, bize seçenekler sunar. O seçimlerimizle birlikte yolculuğa çıkarız. Bize ne getireceğini bilmeden saf bir inançla yol alırız. Ama, işler her zaman beklediğimiz gibi gitmeyebilir. Bazen dümeni elimizle tuttuğumuzu düşünürken rota bambaşka ufuklara doğru yönelebilir. İlk hatamızı yapmaya başladığımız andan itibaren çevremizden yardım bekleriz. Birinin elimizden tutmasını isteriz. Adımlarımızı yanlış yoldan atmaktansa en yakın köprüden geri döndürülmeyi umarız. Beklediğimiz destek gelmeyince her şeyi göze alarak köprüleri yakmaktan çekinmeyiz. Hâlbuki elimizden biri tutmuş olsa, o desteği esirgemese ne köprüleri yakmaya ne de o yoldan geri dönmeye çalışırız. Bu zamana kadar Ceylin’in elinden ilk defa biri tutuyor. Ona değer veren, sorgusuzca güvenen ve ne yaşanırsa yaşansın olduğu yerde memnuniyetle duran birinin varlığını hissetmek, Ceylin için oldukça kıymetli. Yanlış köprüden yürümeye kalktığında elinden tutup doğru yolu gösteriyor. Bazen hayat, Ceylin’i o kadar yoruyor ki; yolun tam ortasındayken köprüyü yakmak kolayına geliyor. Ilgaz yine pes etmeden, sabırla Ceylin’i ikna etmeye çalışıyor. Kimi zaman doğru yolda olduğunu düşünse bile bir şekilde tökezleniyor. O vakit Ilgaz, elinden tutup ayağa kaldırma görevini memnuniyetle üstleniyor.  Ilgaz, ilk zamanlar Ceylin’le aynı yolda yürümese bile Ceylin’in baktığı yerden düşünmeye çalışarak belki de hayatındaki en zor kararları verdi. Tüm geçtiği yolları Ceylin için yakmayı göze aldı. Kaderin cilvesi onları hayat yoldaşlığında birleştirdi. En büyük mükafatı ise aşklarıyla kazandılar.

Ceketimin düğmelerini önlerinde saygı ile ilikliyorum!
 
Bu hafta, bölümü adeta Pars Seçkin (Mehmet Yılmaz Ak) ve Yekta Tilmen (Uğur Polat) sırtlamış. Her iki oyuncu da karşımızda muazzam bir şekilde yeteneklerini konuşturdu. Hatta bölüm yayınını takip ederken bir ara dayanamayıp Twitter’a “Oyuncu olsaydım Yekta Tilmen gibi bir karakter oynamak isterdim. Uğur Polat kim bilir oynarken ne eğleniyordur?” yazdım. Yekta Tilmen’den bu kadar nefret edip, ama bir o kadar da Uğur Polat’ın oyunculuğu kendine inanılmaz hayran bırakıyor. Sahnelerini aşırı derece dişlerim kamaşarak izliyorum. Bu nasıl bir oyun gücüdür? Bilhassa Pınar Deniz ile olan sahnelerinde Uğur Polat’ın, Yekta Tilmen’in potansiyelini zirveye çıkararak daha bir başka yükseldiğini düşünüyorum. Son zamanlarda izlediğim en iyi oyun alıp, veren karakterler arasında ilk ikiye girer. Yargı’da zaten boş yok, ama yan karakterlerin hikâyeleri ve oyunları sorunsuz bir şekilde işliyor. Mehmet Yılmaz Ak da her hafta Uğur Polat gibi oyunu inanılmaz yönetiyor. İki değerli ismin sahnelerini izlerken tenis maçı izlermiş gibi oluyorum. Pars ve Yekta Yargı’nın bel kemiği oldular.  Her iki oyuncumuzun da gönlüne bereket olsun. Bizleri oyun güçlerinden mahrum bırakmadılar.

 
İyi ki doğdun Mehmet Yılmaz Ak!

On dokuz bölüm boyunca Pars’ın değişimi ve olaylara vicdani yaklaşım aksı güncellenmeye devam ediyor. Ilgaz’a yaptığı bu davranış müthiş bir incelikti. Testin sonucu çıkar çıkmaz telefon etmek yerine büroya gelmesi ve kendini tehlikeye atmasını dahi umursamadan Ilgaz’a kefil olması büyük bir destekti. Yapmak istemese kesinlikle yapmazdı. Meslek etiği olarak da yapmaması gerekiyordu. Ancak, bunca yıllık hukuklarını göz önüne alarak bir arkadaştan çok dost gibi davrandı. Testin tekrarlanmasını istemesi, iddianame sonucunu bilinçli olarak uzatması bu yeni dostluğun nişanı oldu. Kim sorarsa Metin ile Eren gözlerini dahi kırpmadan sonucun tekrarlanmasını izledi. Neye fayda? Hani derler ya insanın gözü kör olurmuş, diye. Eren ile Metin’inki de o hesap. Bu yaptıkları düpedüz bîhuşluk. Gözlerinin önündeki Köstebek’i göremedikleri için tüm bölüm boyunca sinirden tırnaklarımı kemirdim. Bana bir maniküre mâl oldu resmen.


Arkanızda bu kadar iştah açıcı masa varken odaklanma problemi yaşamadınız mı?


Merdan Ağa büyüksün!
 
Detaylara değinmeden önce, Yargı ekibinin artık iyice obur olduğunu düşünmeye başladım. Ciğer mi istesem, yoksa pide mi söylesem bilemedim. Seda bile Merdan’ı kebapçıda buluyor. Bir de pidenin üzerine büyük harflerle MERDAN yazmışlar. İnanın canımın ne çektiğini anlayamadım. Onun öncesinde de Ilgaz akşam yemeği için etli pilav yapmıştı. Yüksek doz acıktıktan sonra, gel de bölüme konsantre ol. Bölümde Cezmi Baskın’ın öyle bir limon yiyişi vardı ki orada zirveyi yaptığımı düşünüyorum. Vallahi Yargı Melekleri’nin bilinçaltımıza kastı var. Sema Ergenekon ve Ali Bilgin’den önemli bir istirhamım olacak. Şu yemek sahnelerini daha erken saatlere çekebilir misiniz? Gece 22.30’dan sonra yayınlanan yemek sahnelerini görünce midemde hafiften bir kazınma başlıyor. O saatten sonra eve siparişle yemek getirtmek istemiyorum. Yiyemeyince de tüm hafta hamile misali aşermekten iflahım kuruyor. Bu da can yani. Görünce çekiyor. Sahneleri daha makul saatlere çekersek biz de nasibimizi alırız, diyorum. ;)


Bir tek dileğim var, şüphelenin yeter!
 
Fikrimce bölümün en önemli sahnesi Ciğerci Ömer’de çekilen sahneydi. Neredeyse tüm ana karakterleri ciğercide toplamışlardı. Fark ettiyseniz Yargı’da tüm kilit gelişmeler hep sofrada organize ediliyor. Yakışır. İştahla izliyorum. Ciğerciye kadar gitmişken ciğer yemeden döndülerse teessüf ederim. Masa o kadar iştah açıcıydı ki sahne çekimleri bittikten sonra o masaya gömülmedilerse hatırımı şuraya bırakıyorum. Her şey bir yana sahneyi izlerken Eren ve Metin Amire çok fazla bilendim. Neden mi? Yahu, Köstebek tam karşınızda ve hâlâ içerdeki maşayı aramakla meşgulsünüz. Pars bile bakışlarında şüphelendiğini belli etti. Bu kız, sizlere üstüne basa basa ne dedi? Uzun bir saç ve şampuan kokusu niye akıllarına getirilmiyor? BİN YILLIK polis memuru tecrübesiyle bu bariz hataya niye düşülüyor? İşte burada bir kez daha kaygıya kapıldıklarını hissediyorum. Konu uzasın zaman dolsun, diye kulakları ters tarafından tutmaya ne lüzum var?


Kimin adamısın Niyazi?
 
Köstebek’in kim olduğu belli ki yirminci bölümde ortaya çıkacak. Bu şekilde bir bölüm kâra geçildiğini ön görüyorum. Anlıyorum ya da anlamaya çalışıyorum demek daha doğru olur. Her hafta 140 dakika bölüm yazmak o kadar meşakkatli bir çaba ki; elbet bazı tekrarlara ve görmezden gelmelere yol açıyor. Benim üzüntüm diğer diziler gibi aynılaşmaya başlamasından. İlk on üç bölüm inanılmaz sürükleyici gittikten sonra temponun normale yaklaştırılmasına içerliyorum. Başlarda o kadar hızlı akan bir dizinin şu an durağan tempoya girdiğini görmek ciddi derecede tadımı kaçırıyor. Bize vaat edilen bu değildi. Bölümler otuzları devirmeye başladığında kamera açısının dakikalarca bir planda kalacağından endişe ediyorum. “Kim?” Biz hâlâ kim sorusuyla baş başa kalıyoruz. Yani, kan örneğinin yok edilmesine, ceketin yanmasına değin akıllarına zilyon tane soru geliyor, ama içerideki Köstebek’in burunlarının dibinde olduğunu fark etmek atomu bile parçalamaktan daha zor oluyor. Olaya o kadar odaklanmışlar ki karşılarında oturan adamın uzun saçlı olduğunu bile fark edemiyorlar. Umarım Niyazi’nin bu kadrolu maşa olayı daha fazla ağdalanmadan yirminci bölümde son bulur. Zira bir bölüm daha Niyazi’nin topuzunu izlemek istemiyorum.


Örtmenim, diyeceksiniz!
 
Geçen haftaki bölüm yorumu yayınlandıktan sonra, Twitter’da bir kullanıcı (@mfurkankrkmz) ile aramızda bölüme dair farklı bir diyalog gerçekleşti. Kendisinin Niyazi hakkındaki görüşlerini, tahminlerini gayet mantıklı bulduğum için burada yer vermeyi ve sizlerle de paylaşmayı makul gördüm. Niyazi’nin isterse Ilgaz’a ait DNA örneğini sistemden değiştirebileceğini veya silebileceğini dile getirmişti. Niyazi saldırıya uğradıktan sonra, örneği emniyete gidip değiştireceğini, işe o gün için gelmese bile kıl örneğini değiştirdiği için erkek genotipinin Ilgaz’a aitmiş gibi çıkacağını dile getirdi. Sonra Niyazi’nin cinayet mahallinde bıraktığı tüm delilleri bilinçli olarak bırakabileceğini, ama bu düşüncenin saçma geldiği fikrini savundu. Bazı görüşlerimiz uymasa da (uymak zorun değil) Furkan Bey’e hak verdim. Sonuçta kriminal polisi niye böyle bir açık vermek istesin? Metin’i düşünün. Zafer’in ölümüne dair her türlü delili karartmaya çalışmadı mı? Arabanın lastik izini bile eline bir çalı alıp yok etmedi mi? Köstebek Niyazi, bunların hiçbirini yapmadı. Ben de buranın aracılığıyla Furkan Bey’in sorusunu kendimce yanıtlamak istiyorum. Niyazi ardında iz bırakmak istemeseydi düzeneği kusursuzca işletirdi. Delilleri yok etmemeyi bilinçli bir şekilde tercih etmedi. Metin’in tüm bildiklerini elbet Niyazi de biliyordur. Ama azmettiricisi her kimse (ki bence Yekta, umarım Sema Ergenekon bu konuda yanıltmaz) o kişinin ortaya çıkması için delilleri cinayet bölgesine yakın yerlerde bıraktı. Ben bu tahminleri yazarken bir yandan ya yanılıyorsam, diye düşünmüyor değilim. Niyazi tüm dikkatsizliğiyle ardında deliller bırakmış da olabilir. Daha önce söylemiştim. Sahnelerde illüzyon hep vardır. Senaryo ekibi, seyirciye her zaman yanılma payı bırakır. Birkaç bölüme bu konunun da netleşeceğinin kanaatindeyim.


Dost gibi dost...
 
Pars, bence bir dostun ve arkadaşın yapabileceğinden daha fazlasını yaptı. “Arkadan manevra yapmak, kırmızıda gazlamak, makas atmak yok!” diyerek Ilgaz ile Ceylin’i- özellikle de Ceylin’i- gayet yeterli ölçüde ve hatta daha sert bir şekilde uyardığını düşünüyorum. Ilgaz da Pars’la aynı düşünceyi savundu. Ceylin’e artık durmaları gerektiğinin kanaatiyle biraz olsun güvenmeyi istedi. Köşelerine çekilip zamanın akmasını beklemelerine ikna ettiğini sandı.  Ama yanıldı. Ceylin yine şaşırtmadı. Karşımızda laftan anlamaz, uslanmaz biri varken Pars’ın ve Ilgaz’ın tüm söyledikleri Ceylin’e “sivrisinek saz geldi.” Ceylin inanılmaz biri. Çok şükür başını belâya sokmadığı bir bölüm yok. Ayaküstü kırk yalan söyleyip bir şekilde Ilgaz’ı atlattı. Soluğu Yekta’nın yanında aldı.

* Sezen Aksu
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER