Hoşçakal Garip
İstanbullu Gelin finale doğru belli ki her bölümüyle içimize işlemeye devam edecek. Bekliyorduk zaten böyle olacağını ve İstanbullu Gelin’den gelen üzüntünün gönüllüsüyüz ama açıkçası Garip’ten gelecek kötü habere hiç hazırlamamıştım kendimi. Süreyya’ya ne olacak, Esma’nın hastalığı ilerler mi derken Garip aklıma bile gelmemişti.

Bunun ev halkı için de böyle olduğunu Esma Garip’e ‘Garip, ben sana hiç sormadım. Nasılsın?’ dediğinde anladım ancak. Zaten sonra anladık ki Garip bizi bırakıp gidiyor. İstanbullu Gelin ekibine hayran olmak için onlarca sebebim hali hazırda var zaten ama Garip’in ölüm sahnesi de bunlara bir yenisini ekledi. Hem bu kadar üzüntülü, hem bu kadar teselli dolu çok az sahne izledim hayatta. Genç Garip’le şimdiki Garip’in birleştiği o anlar aklımı başımdan aldı narinliğiyle. İsteselerdi bizi salya sümük ağlatırlardı kolaylıkla ama her zaman olduğu gibi başka bir yolu seçtiler; daha derin, daha içten bir yolu. Tamer Levent Garip Selimer’e şahane can verdi bunca zamandır ama Garip’i bunca sevmemizin en önemli sebeplerinden biri de genç Garip ve onu canlandıran Yunus Narin. Sevdiği kadına hasret bir ömür geçiren ve hayatının son demlerinde onunla bir araya gelen Garip’i ikisi de öyle güzel canlandırdı ki, izlemelere doyamadık. Yazanın, yönetenin ve oynayanın ellerine sağlık. Güle güle Garip, biz seni çok sevdik.


Bu nasıl bir veda?

Şimdi Garip’in gidişiyle hastalığı hızlanacak bir Esma izleyeceğiz ve bunu bekliyor olsak da buna hazır mıyız inanın emin değilim. Garip’in gidişi sadece Esma’yı değil, tüm aileyi etkileyecek elbette o da var. ‘Biz sana abi dedik ama sen onu baba oku’ diyen Faruk boşuna söylemedi tüm o cümleleri. Garip en zor zamanlarında Boranlara destek, Esma’ya eş, çocuklara baba oldu gerçekten de. Şimdi Esma’yı kim nasıl avutacak hiç bilmiyorum. Esma bunları ne kadar süre ile hatırlayacak onu bile bilmiyorum ki gerçi.


Hep böyle hatırlasak sizi 

Esma’yı kaçıp gittiği huzurevinden alıp gelmek için ailenin organizasyonlar yaptığı ve sonunda Esma’yı ikna ettikleri sahneler güzeldi. Sadece dönecek bir evi ve aileleri olmadığı için mecburen huzurevinde kalan insanlar için haksızlık olup olmadığını düşündüm kısa bir an. Aile Esma orada diye gidip oradakilerle gülüyor eğleniyor, herkes mutlu ama bir daha oraya uğramayacaklar sonuçta, kırıcı bir durum. İstanbullu Gelin ekibinin iyi kalbine her zaman güvendiğim için çok takılmadım yine de buna. Sihirbaz gösterisinin elimizde patlamasına kadar giden anlar bir miktar uzatılmış olsa da finale 3 kala bunlara da takılacak değilim.


Dünyanın en güzel sahnesi 

Bölümün en sevdiğim sahnesi Güneş ve Dilara arasında geçen annelik konuşmasıydı. İstanbullu Gelin kadınları Mahinur Ergun kadınlarından sonra en sevdiğim ekip oldular bu arada, yazanın yönetenin ellerine sağlık. Güneş’in çocuğu olmadığını öğrenen Dilara’nın ona söyledikleri, anneliğin doğurmak değil de sevmekle ilgili olduğunu söylemesi o kadar güzel, o kadar önemliydi ki. Kişi başına beş mafya çatışması düşen bir ekranda iki kadının arasında geçen bu yumuşacık, sakin ama aslında çok net ve güçlü şeyler anlatan sahneye ne kadar bayılsam az. Aynı şekilde Adem’in Güneş’in çocuğu olmadığını öğrenince onu alıp çocuk yuvasına gitmelerini de çok sevdim. Anneliğin sadece doğurmakla, ebeveynliğin sadece kan bağıyla otomatik yüklenmediğini anlatan her şey çok kıymetli gözümde.


Bari bu taraf mutlu bitsin

Sevdiğim bir diğer sahne de Emir’in geldiği ve Yaz’la birlikte Süreyya’nın anneler gününü kutladıkları sahne oldu. Emir’in Süreyya’ya ‘Biliyorum sen emek verilmiş hediyeleri seversin’ demesi, verdiği hediyenin güzelliği, Süreyya’ya ‘ikinci annem’ demesi hep içimize dokunan, İstanbullu Gelin’i binlerce diğer diziden ayıran kıymetli sahneler. İstanbullu Gelin’de bu sahnelere neredeyse alıştık ama bittiğinde çok arayacağız gibime geliyor.

Bakalım finale 3 kala bizi neler bekliyor? İyi seyirler dilerim. 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER