Geçen hafta hüzünlü bir bölüm sonundan sonra, bu hafta da
elbette ki bölümü yüreğimde bir ağırlıkla izlemeye başladım. Hani bazı günler
olur; gökyüzü kurşuni renktedir, bir yağsa da rahatlasak dersiniz ama bir türlü
şakır şakır yağmaz ya. Garip, Esma’nın hastalığını öğrenene kadar, aynı böyle bir
gün geçiriyormuşum gibi hissettim, “Garip bir öğrense de rahatlasak.” deyip
durdum. Neyse ki bu hafta, geçen haftanın aksine dram ve komedi sahneleri
arasındaki dengenin ayarından memnunum. Sanırım geçen haftaki sorun, bir
tarafta derin bir dram yaşanırken bununla eş zamanlı olarak başka bir tarafın
bundan hiç haberi olmadan epey makaraya bağlamış olmasıydı. Ama bu hafta,
ortadaki mevcut dramı çözdükten sonra hayatın komikli akışına geçtiğimiz için
ben de durumu yadırgamadım.
En başından beri Garip Bey’e bu Garip ismini
yakıştıramıyorum. Köpek yavrusu mu bu adam? Hatta Esma konusunda mağlup olmuş
olsa da, başlarda epey bir süre yanlışlıkla Galip demişliğim de var. Ama bu
bölümdeki halini görünce ismiyle müsemma bir insan diye düşündüm. Belki ismi
kaderi olmuştur, belki kaderini tahmin edip ismini de böyle koymuşlardır, kim
bilir? Geçmişten seslenen Esma’nın yazdıklarının, günümüzdeki Esma’ya da uyması
tarih 40 yıl sonra bile tekerrür ediyor demek ki dedirtti bana. Fakat aslında bir
yandan da arada büyük bir fark var. İlkinde bu durum, babasının kararıyla
gerçekleşmiş ve Esma’nın bu noktada yapabileceği pek bir şey yokmuş. Ancak
şimdiki durum bizzat Esma’nın kararı. Garip’ten ayrılmasaydı kendini de, onu da
bu kadar üzmezdi. Neyse ki bu durum başka dizilerdeki gibi birkaç bölüm
sündürülmedi. Yaşasın Nurgül!
İki suç ortağı...
Kağıt üstünde, birinin özel eşyalarını karıştırmak, günlüğünü
okumak çok ayıp şeyler, kabul. Ama öte yandan bakın böyle güzel işlere de
vesile oluyor. Nurgül, Esma’nın defterini okumasaydı, okuyup da Garip’in
arkasından koşturup ona gerçekleri anlatmasaydı Garip Bey, şimdi Central Park’ta
yürüyüş yapıyor olurdu.
Tabii ki, Süreyya’nın, Esma’nın hastalığını öğrendikten sonra
olaya sağduyulu ve saygılı yaklaşımını da çok sevdim. Aslında bu öyle zor bir
denklemdi ki, karar vermesi imkansız. Doğrusu veya ayıbı da yok. Nurgül’e,
Esma’nın kararına saygı duymayıp Garip’e gitti diye de kızamıyorum o yüzden. Sadece cesareti beni şaşırttı. Belki de, olayın dumanı daha üstündeyken, hastalığın şoku ve üzüntüsü içinde hiç sonunu filan düşünmeden aksiyona daldığı için cesaret edebildi buna. Şahsen
ben Esma’nın hıncını göze alamazdım gibime geliyor.
Aslında ben Esma’nın, hastalığı ondan izinsiz öğrenildi diye
Süreyya’ya daha çok kızacağını düşünmüştüm. Süreyya’nın Nurgül’ün yaptığını
örtüp hastalığı hastaneden öğrendiğini söylemesi güzel bir manevraydı. Üstüne
Garip’e gitmenin günahını da yüklenince Esma, soyadının hakkını verip epey bir
boran estirecek sanmıştım ama neyse ki umduğumdan daha hafif atlattık bu
fırtınayı. Süreyya’nın anne temalı konuşması da benim açımdan bölümün en
dokunaklı anlarıydı. Birbirlerine o kadar içten bir şekilde anne ve kızım
dedikten sonra, ufak bir şeyle bunu geri alamazlar. Hangi anne, kızı sözünü
dinlemedi diye onu sonsuza dek silebilir ki? Veya hangi kız, annesi ona çıkıştı
diye gönül koyar?
Yazı devam ediyor..