Mutlu olmak zordur derler
"Düşün... Kim üzebilir seni senden başka?"
Kişisel olarak çok yoğun ve dolayısıyla da yorulduğum bir hafta geçirdiğimden mi, yoksa 64. bölümün biraz fazla “dingin” olmasından mıdır bilmem ama Cuma akşamı bölümü yarı uykulu gözlerle izlediğimi itiraf etmeliyim. Eski düzenin yeniden kurulmaya çalışıldığı, dolayısıyla da bir parça durağan giden, pek bir gelişmenin olmadığı bir bölüm izledik. İki haftadır güzelce giderken, aniden Süreyya’nın Faruk’a arabayı kenara çektirip durdurması gibiydi bu bölüm, frene bastı.

Televizyonda bölüm anlamında bu durağanlığı izlemek çok keyifli bir şey değilmiş ama gerçek hayatta böyle durup da anın tadını çıkartmayı başarabilen insanlara çok imreniyorum. Bir tatildeysem eğer, gelecek haftayı, dönüşte yapacağım işleri filan düşünmeden bunu ben de yapabiliyorum ama iş gününün ortasında, kafamın içindeki ajandayı kapatıp dinlenmeyi asla beceremiyorum. Benim kafamda sürekli listeler dönüyor; gidilecek yerler, yapılacak işler, yazılacak yazılar… Ben de bu iş için bir Süreyya sipariş etsem acaba işime yarar mı? Yoksa sadece Faruk’a kadar mı kaldı?


Şu ateşin başına bir koltuk da ben çekebilir miyim?

Süreyya’nın amatör terapisi Faruk açısından yeterli, Adem ise her zamanki gibi İdil Hanım’la terapideydi. Zaten onları izlemeyince bir şeyler eksik kalıyor. Bu sahne, beni bölümde en çok etkileyen iki sahneden biriydi. “Arkadaş” mevzusu açılınca düşündüm de, sahiden Adem’in hiç arkadaşı yok yahu. Hikayesi Boranlara o kadar eklemlenmişti ki, onlardan bağımsız bir çevresi olmadığı hiç dikkatimi çekmemişti. Belki de, Adem’i iteleyen birileri olmamasına, kimi zaman terapide sinirlenmesine veya zorlanmasına rağmen, ısrarla ve aksatmadan İdil Hanım’a gitmesinin esas nedeni de bu yalnızlığıdır. Çünkü birilerine kalbini açmak, güçsüz görünmekten veya yargılanmaktan korkmadan içini dökebilmek herkesin çok kolayca yapabileceği bir şey değil. Adem’in de bunu başkalarına yapamadığını, zaaflarını gösterince insanların bunları ona karşı kullanmasından korktuğu için kalın duvarlarının arkasına sığındığını biliyoruz. İdil Hanım’ı da bu açıdan bir dost gibi kullanıyor olabilir.

Bir ömür boyu yol gittim, bir arpa boyu yol alamadım.” cümlesi tam olarak Adem’in durumunu özetliyor aslında. Daha önce de ezberleri bozmak konusunda konuşmuşlar, hatta Adem o dönemler İdil Hanım’ın telkinlerinin etkisiyle Can’a “Hayatı ezbere yaşamayacaksın. Çünkü ezberlediğin şey yanlışsa eğer, yine böyle sağlı sollu tekme tokat dayak yiyen yine sen oluyorsun. Ben bu hayatta ezberlerimi bozmaya karar verdim.” diye kafa tutmuştu. Ama o zaman da şimdiki gibi, mutluluktan korkuyordu ki “Hayatımda ne zaman iyi bir şey olsa, sonra mutlaka kötü bir şey olur.” demişti. En çok etkilendiğim, üzerine uzun uzun düşündüğüm bir sahneydi bu, o yüzden de aklımda kalmış. Bu bile, o zamandan beri arpa boyu yol alamadığını, bu kısır döngüyü kıramadığını gösteriyor. Mutlu olmak kolay demedi hiç kimse.

Yerini, yurdunu hiç bulamamış, hayattaki amacını da kaybetmiş Adem’in “Gömün beni, bari mezarım olsun.” serzenişi içimi çok acıttı. Yanılmıyorsam terapide ilk defa ölmekten bahsetti ki bu çok hayra alamet bir şey değil. Mevcut durumdansa, ölümü yeğlemek çok dibe vurmuş, hayata karşı çok karamsar, çok küskün bir bakış açısı. İdil Hanım’ı da, Adem’i de bu cümle biraz korkuttu. Bölüm sonunda hatırlayınca beni de epey bir korkuttu. Aman diyeyim…

Yazı devam ediyor.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER