Sahiden bitti mi, nasıl başladığını anlamadığım hikâyem bitti mi?
Aslı kendisiyle mücadele etmeyi bıraktı, Ferhat'ı sevdiğinin farkında ve bunun için kendine kızmıyor, Ferhat'ı keşfetmeye, onu renklerine bulamaya çalışıyor. Fakat Aslı, bir yandan da büyük bir dert aldı başına, Ferhat'la ilgili sırrı öğrenerek. Öncelikle doğru olanı yaptı bence, öğrendiklerini Ferhat'a yetiştirmek yerine sırrın sahiplerine attı topu. Önce Namık'ı, sonra Yeter'i konuşturmaya çalıştı, olmadı. Üstelik, bunu öğrenmenin Ferhat'ta açabileceği yaraların da farkında. Ve onun işi yara sarmak, yeni yaralar açmak değil...
 
Babasına gitti Aslı, uzun uzun konuştu onunla. Babasını özlediğini, ona ihtiyacı olduğunu, onu yanından hiç ayırmadığını anlattı, bizim de ciğerimizi dağladı. Ferhat'ı bile ağlattı, biz nasıl sakin kalalım? Yeter'le konuştuktan sonra, sırrı öğrenmenin Ferhat'a kaybettireceklerine ikna olunca babasına gitmek istemesi manidardı Aslı'nın. Dilinden dökülmediler ama, bildiklerimi söylemeli miyim sorusuna yanıt arıyordu Aslı.
 


Çocukluğumuzun benzediğini göstermek istedim, dedi Ferhat'a. Anlaşılmaya çabalayan Ferhat, bunun ne anlama geldiğini düşünemedi ama. Ferhat'ın sessizlikle karşıladığı çok isabetli soruları var Aslı'nın. Niye geldik buraya sorusuna karşılık, dün gece neden gittik bağ evine, diye sordu mesela. Ve Ferhat hâlâ anlaşılamamaktan bahsedebiliyor.
 
Aslı, Suna'ya gitti, hikâyenin Yiğit'le ilgili olan kısmını kurcaladı bu kez de. Yiğit'in alacağı yarayı düşündü, Yiğit'le Ferhat arasındaki gittikçe büyüyen mesafeyi düşündü, amcasını hiç tanımayan Özgür'ü düşündü belki... Suna da çok iyi karşıladı Aslı'yı. Suna zaten insanın içini açan biri, Aslı aklındakileri onunla konuşamadı ama, yine de Suna ile konuşmak ona iyi geldi.
 
Ve dikkatinizi çekmek isterim, Aslı kafasında bunca soruyla abisine ya da en yakın arkadaşım dediği Ebru'ya gitmedi. Onlarla, Suna'yla konuştuğu kadar bile konuşamayacağının farkında çünkü. Sorunun ne olduğunu söylemese bile yalnızca yargılayacaklarını, ama anlamaya çalışmayacaklarını biliyor. Aslı, her şeyin göründüğü gibi olmayabileceğini anladı, ama bunu paylaşabileceği kimsesi yok etrafında.
 

 
Ferhat, Aslı'ya git dedi, kabusun bitti, özgürsün dedi. Bunları daha önce de söylemişti Ferhat ve gitmemişti Aslı. Gerçek sebebi biz biliyoruz ama Ferhat bilmiyor, anlamaya da niyeti yok. Şimdi, sular durulmuşken, kimsenin hayatı tehlikede değilken (bu hikâyede böyle bir şey mümkünmüş gibi) gidebileceğini düşünüyor Aslı'nın. Güzel kızın Çirkin'e âşık olabileceğini anlayamadı ki.
 
Aslı'yı göndermeyi kafasına koydu ama yine de zihni bununla o kadar meşgul ki, yol boyu peşlerinde olan motoru fark edemedi Ferhat. Bölümün Aslı'nın yaralanmasıyla bitmeyişine çok sevindim. Fiziksel olarak değil ama ruhen yaralanmış bir Aslı bıraktık arkamızda, ama Ferhat'ın vazgeçip geri dönmesine dair bir umudu da bıraktım ben Aslı'nın yanına. Zaten Ferhat, bir kadını kapıda bırakıp arkasına bakmadan basıp gidecek bir adam da değil, en azından Aslı'nın içeri girmesini bekleyebilirdi. Hatta ben, Aslı'nın gerçekten gidip gitmediğinden emin olana kadar bekleyeceğini de düşünmüştüm, ama Ferhat bunlara dayanamayıp atladı arabasına.
 
Aslı da Ferhat'ın kendisini neden göndermek istediğini, okların kendisine çevrildiğini şıp diye anladı ve itiraz etmedi Ferhat'a. Ama yine de sorgulamaktan geri durmadı tabii ki. Biliyorsunuz, çene kalıtsal... Belki de Ferhat başka bir şey söylesin istedi, git demekle yetinmesin, kendine iyi bak falan desin en azından...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER