Sahne karmaşasından
sıyrıldığım ilk yer, Yiğit'in odada tek başına, içli içli ağladığı sahne oldu.
Aylardır görmediğim kardeşimi düşündürdü bana, içim cız etti. Aslında sahne,
başından beri çok güzeldi. Uyanıp kahvaltı masasına gelen Yiğit, aile içi küçük
şakalaşmalar, Özgür'ün tatlılığı çok sahiciydi. Üstelik sahnenin başından bu
yana televizyonun sesi duyuluyordu, sadece Ferhat'ın vurulduğunu değil, başka
haberleri de duyduk. Ansızın bir yerlerden vurulma haberi peyda olmadı, çoğu
zaman olduğu gibi. Bir de duyduğumuz diğer haber, Kadına Yönelik Şiddete Hayır
eyleminin haberiydi ve "İtaat yok, kadınlar var" mesajını gözümüze
sokmadan, ince ince verdiler.

Ferhat ve Gülsüm
arasında sebebini bilmediğimiz bir uzaklık var. Fakat Ferhat'ın ölüm haberi
geldiğinde Gülsüm öyle ağladı ki, abisini ne kadar çok sevdiğini gördüm ve
uzaklığın yalnızca fiziksel olduğuna ikna oldum. Ferhat'ın Gülsüm'ü sevdiğini
de görürüz umarım, demiştim o sahnenin ardından. Beni hiç bekletmeden, hemen
bölüm sonunda verdiler yanıtımı: Gülsüm'ün Şahin'in elinde olduğunu öğrenince
hiç düşünmeden kardeşine koştu Ferhat.
Bir diğer dokunaklı
sahne, Yeter'in Aslı ile konuştuğu sahneydi. Orada, evdeki iktidarın peşinde
koşan ya da Namık'tan sevgi dilenen Yeter'i değil, anne olan Yeter'i gördüm ilk
kez. Oğullarını kazanmaya çalışırken başkalarını yıkan, hayatlara müdahale eden
kadını değil, çocuklarına deva olmaya çalışan anneyi gördüm. Karakter
bağırmadığında, büyük oynamadığında, içinden geçeni paylaştığında, yani
kalbinin sesiyle konuştuğunda çekilmez olmuyormuş meğerse. Hastanede Ferhat'ın
yanına girmek istediğinde "sizi duymaz" diyen hemşireyi "olsun,
ben alışkınım" diye yanıtladığı anda maskenin ardındaki gerçek Yeter'i
görmeye başlamıştık. Aslı ile konuşması da bu yolun devamı oldu. Yeter'in yeni
yeni gördüğümüz bu versiyonu güçlü biri değil, ama sakin, duygusal ve insani
kaygıları olan biri. Güçlü görünmeye çalışan Yeter'e bin kere tercih
edebileceğim biri.
Ve her zaman olduğu
gibi, babasını gördüğümüz sahne çok güzeldi. Bu kez ölüm döşeğinde ışığa doğru
yürüyüp karşılaştı babasıyla. Ferhat içmek için yanaştığında kesilen suların
Necdet yanaşınca aktığını gördük. Ferhat bunu, babasının kendisini affetmemesine
yordu, oradan girdi konuya. Ben, Ferhat ölmeyeceği için içemediğini düşündüm o
suyu. Başka anlamlara da gelebilir elbette, ama güzel bir detaydı.
İçi boş sandıkları
kendine yük etme dedi, omzuna aldığın, kalbini doldurduğun yük aslında
yok. Olmayan bir yükü taşımayı bırak ve seni bekleyenlere git. Ferhat, arkasını
dönüp Aslı'yı görmek istedi ve onu görmek istediği için de hayata döndü. Ve
tekrar arkasını döndüğünde babası da yoktu. Çünkü hayat böyledir, aşk böyledir.
Âşıksan yapayalnızsındır, ne sığınacak liman, ne de bir deniz feneri. Okyanusun
ortasında bir başına kalır insan, ne yapacağını, hangi yöne gideceğini bilemez.
Hep çok güzel
cümleler duyuyoruz Necdet'in ağzından, çok güzel hikâyeler dinliyoruz. Gökhan
Soylu, oynadığı karaktere çok yakışan bir yüz ve ses. Konuk oyuncu olmasa, ana
kadroda yer alsa ve daha fazla görsek onu çok mutlu olurum.
Uyumadığını biliyorum...^^
Ne ekersen onu
biçersin demişti babası, sevgi gösterirsen sevgi görürsün. Ferhat geri döndü,
ama babasının dediğini yapmadı yine. Elinde, dizlerinde ölmek isterdi belki
Aslı'nın, ama kendisini sevmeyen birine muhtaç olmayı kabullenemedi, tavrını
değiştirmedi Aslı'ya karşı. Hastanede gözünü açtığı anda eve gitmek istedi,
onun gözünde çaresiz olmayı yediremediğinden kendine.
Geçen hafta, silahlı
adamlardan kaçmadan hemen önce, ona güven vermek için Aslı'nın parmaklarını
usul usul okşamıştı Ferhat. Bu hafta, Ferhat'ı hastaneye yetiştirmeye
çalışırken verdi karşılığını Aslı. Elini tuttu, saçını okşadı, ölmeyeceğine
inanmasını ve kendini bırakmamasını istedi. Bir yandan bütün bunları neden
yaptığını, neden böyle korktuğunu için için sorgularken.