Tam 7 yıl, 6 sezon ve 199 bölümden sonra Muhteşem Yüzyıl’da
artık veda vakti…4 sezon ve 139 bölüm süren Aşk-ı Derûn’un ardından, 2 sezon ve
60 bölüm boyunca evlerimize konuk olan Kösem de bitti ve böylece The Tudors,
The Borgias gibi şatafatı, pembesi ve şehveti bol bir şekilde başlayan Muhteşem
Yüzyıl serisi zaman içinde geçirdiği dönüşümlerle birlikte Game of Thrones gibi
karanlığı, sertliği ve ölümleri bol bir şekilde sona erdi. En güzeli de bütün bu türleri kendi potasında eritip kendine has bir dil ve tarz oluşturdu ve böylece Türk
televizyonculuğu ve dizileri tarihinde önemli bir devri başlatan bu büyük proje,
hem yurt içinde hem de yurt dışında misyonunu tam anlamıyla tamamlayarak ekranlara
veda etti.
1520’den 1651’e kadar iki yüzyıl boyunca, Osmanlı
İmparatorluğu’nun 131 yıla yayılan bir dönemini iki padişah haricinde bütün
padişahları ve kadın sultanlarının hikayeleriyle birlikte izledik. Hürrem
Sultan’ın başlattığı Kadınlar Saltanatı Hatice Turhan Sultan’la nihayete ererken,
gücünün zirvesinde, Yükseliş Dönemi’ni yaşayan bir imparatorluk da adım adım
Duraklama Dönemi’ne girdi ve merkezi otoritenin giderek zayıflamaya
başlamasıyla birlikte Gerileme Dönemi’ne doğru yol almaya başladı. Uzun yıllara
yayılan bu saltanat dönemlerini ve Osmanlı İmparatorluğu’nun geçirdiği dönüşümleri
iyisiyle kötüsüyle bizlere yansıtan ekibi öncelikle bu iddialı çabaları
dolayısıyla tebrik edelim.
Kösem’e geri dönecek olursak final bölümünün seyirciyi
hayal kırıklığına uğratmadığını düşünüyorum. Şartlar elverseydi bir sezon daha
rahat rahat izlemeyi kesinlikle isterdik ve yola çıkılırken 62 yıl yaşamış, bunun
neredeyse 40 yılında da saltanat sürmüş olan Kösem Sultan’ın hikayesinin sadece
iki sezonda anlatılmasının planlanmadığından da hepimiz eminiz ancak ekip
hikayeyi bu şartlar altında da olabilecek en güzel şekilde toparlayıp bitirdi. Yaşanan
bunca olumsuzluğa rağmen hem diziyi hem de seyircilerini yüzüstü bırakmadılar, sanki
hiç oralı değillermiş gibi prodüksiyon kalitesinden ödün vermeden, hatta üstüne
bile koyarak ilerlediler ve Kösem projesi de çok şükür yarıda kalmadan sonuna
kadar gitti ve bitti.
Yapılan işlerin reyting canavarına göbeğinden bağlı
olduğu televizyon sektöründe reytinginiz varsa sizden kralı yok, reytinginiz
yoksa siz de yoksunuz. Ancak geçen yıllarla birlikte Muhteşem Yüzyıl dünyada da
öyle büyük bir marka haline geldi ki hafif sıklet yapımlar bu şartlar altında
çoktan yok olup gidecekken ve maalesef ki kendi ülkesindeki seyircinin
vefasızlığına rağmen, serinin uluslararası gücüyle Kösem bir mucizeyi başararak
finalini gördü. Çoğunluk seyirci tercihlerini başka yapımlardan yana
kullanırken dizi ekibi sessiz sedasız harikalar yarattı. Yıllar sonra geriye
dönülüp etrafını sarmış, zihinlerde yer etmiş olan bu anlamsız olumsuzluklar haresi
dağıldıktan sonra bakıldığında kıymeti daha iyi anlaşılacak şekilde üstelik. E
bundan iyisi Şam’da kayısı.
Final bölümünün en sevdiğim yanı hikayeyi boş yere uzatıp
sündürmeden, tam tadında bitirmesi oldu. Aşk-ı Derûn’un final bölümünde bir
nev-i Yüzüklerin Efendisi : Kralın Dönüşü sendromu yaşanmıştı ve o zamanki ekip
diziyi fazla sevmiş olacak ki 2 saat 39 dakika boyunca vedalaşmayı bitirememişti.
Anılar anıları, slow motion sahneler slow motion sahneleri kovalamış, bölümün
temposu çoğu yerde 1. vitese kadar düşmüş, en sonunda Kanuni Sultan Süleyman’la
birlikte ekran karşısındaki seyirci de son nefesini teslim edecek hale
gelmişti. Kösem’in finalinde ise tempo sıkıntısı hiç olmadı, her şey tıkır
tıkır işledi. Ne bir eksik, ne bir fazla. Eksik detaylar ya da “şurası keşke
şöyle olsaymış” denecek noktalar aranırsa elbet bulunur ve kendi adıma yine var
ama devede kulak denecek kadar.
Son bölüme baktığımızda, hatta dizinin son dört bölümüne
baktığımızda gördüğümüz şey aslında bir baş aşağı gidiş ve bu gidişatın sırrı
da 4. Murad’ın bir repliğinde saklı. Ölmesine yakın validesi Kösem Sultan’la
restleştikleri bir sahnede hanedanın soyunu kurutmaya kesin kararlı olduğunu ve
kendisinden sonrasının “tufan” olduğunu söylemişti. Hakikaten de dediği gibi oldu.
Osmanlı hanedanının sonunu getiremedi belki ama kendisinden sonra her şey tufan
oldu.
Tahta yarı deli, başarısız bir padişah geçti, devleti
yöneteceği yerde hazinedeki paraları haremindeki hatunlarla har vurdu harman
savurdu, onun saflığında devlet yönetimine çöreklenen sırtlanlar yüzünden
rüşvet, kadrolaşma aldı başını gitti, Haçlı donanmaları kapıya dayandı, Kösem
Sultan Saltanat Naibesi olarak idareyi eline alsa da ömrünün son demlerine
girmesiyle birlikte fırsat kollayan azılı düşmanlarının hırsıyla baş etmek,
onlarla savaşmak zorunda kaldı. Başsızlık ortamında taht ve iktidar savaşları
hiç olmadığı kadar sıradanlaştı ve en sonunda kim daha acımasız, kim daha
şeytansa saltanatı o ele geçirdi. Valide-i Muazzama Kösem Sultan, Osmanlı
İmparatorluğu’nda katledilen ilk ve tek Valide Sultan olarak Valide-i Maktule
sıfatıyla acı bir şekilde tarihe geçti.
İşte son dört haftadır izlediğimiz şey aslında buydu. Bu
hafta izlediğimiz final bölümüyle birlikte de bütün bu savaşlar, hırslar, gerilim
ve zulüm zirve noktasına çıktı. Ömrü kapkaranlık zindanlarda kapalı tutulurken
harcanan, akıl ve ruh sağlığını tümden kaybetme noktasına gelen Sultan İbrahim’in
sarayı inleten çığlıklarını duymaya gerçekten yürek dayanmadı. Kendisine resmen
ölümü gösterip sıtmaya razı eden Turhan Sultan ve adamları yüzünden oğlunu
katlettirmek gibi çok zor bir karar vermekle baş başa kalan Kösem Sultan’a Kemankeş’in
dediği gibi kimsenin vicdanı artık bu acıları kaldırmaz oldu.
Tugay Mercan bu defa az ama öz olan performansıyla son
bir kez daha içimizi yakıp gitti. Korku ve umut, acı ve mutluluk, masumiyet ve kandırılmışlık,
sevgi ve nefret, yani ne kadar duygu varsa sadece birkaç sahnede Mercan’ın
gözlerinden, dudaklarından en güzel şekilde döküldü. Hangimiz İbrahim “YETEEEERRRR!!!”
diye haykırırken aynı şekilde bağırarak ona eşlik etmek istemedik? Hangimiz
Atike Sultan geldiğinde kapıyı açabilsin de kardeşi dışarı çıkabilsin
istemedik? Mercan sınırlı zamandaki çarpıcı performansıyla serideki son önemli padişahı
da güzelce yolcu ederken, bize de insanoğlu iktidar sürebilmek için daha ne
kadar acımasız olacak, güç açlığı onu daha ne kadar insanlığından çıkartıp kanlı
oyunların vicdansız birer parçası olmaya itecek, ibret alarak merak etmek
kaldı.