Kösem Sultan’ın öldürüldüğü son sahnelere gelirsek, tarihte
yaşandığı anlatılan kanlı ve vahşi linç olayına göre bayağı bir kansız ve
şiddetsiz bir ölüm oldu dizide. Kösem Sultan gibi kudretli bir kadının içine
düştüğü acınası hal ve yaşadığı aşağılanmanın yeterli olacağı düşünülmüş
sanıyorum. Daha kanlı bir ölüm, daha yırtıcı bir saray baskını izlemeyi tabii
ki isterdim ama Kösem’in haline bu şekilde de yeteri kadar içim acıdığı için
çok da takılmadım. Zaten ölümlerle, acılarla dolu bir sezondan sonra, bu kadarı
ve böylesi de yeterliydi bence.
Ayrıca Kösem Sultan’ın üst başının normalde
kendisini öldürmeye gelenler tarafından yağmalandığını biliyoruz ama dizide bu
işin haremdeki cariyelere paslanmış olmasını kendilerini ailelerinden, özgürlüklerinden
kopartıp haremlere kapatan, piyonları yapan zengin efendilere kölelerin tepkisi, isyanı olarak
yorumladım. Doğru mudur bilmem.
Yine tarihte Kösem Sultan’ın ölümünü hazırlayan kişinin
Meleki Hatun olduğu söyleniyor bildiğiniz üzere. Dizideki Meleki karakteri
sezonun başlarında yolcu edildiği için işin bu kısmının nasıl kotarılacağını
uzun süredir merak ediyordum. Ben Madam Marguerite harem kalfası olup Melek
Kalfa adını aldıktan sonra, sevgili prensesi Farya’nın da intikamını almak için
bu ihaneti o gerçekleştirir belki diye düşünüyordum ama sürpriz hiç
beklemediğimiz bir noktadan geldi.
Sezonun başında devlete hainlik etmiş olan
babası Kösem Sultan tarafından öldürülen küçük Mehmed meğerse Kuşçu Mehmed olup
dönmüş sessiz sedasız. O zamanlar babasını Kösem Sultan’ın öldürttüğünü
öğrenince onu bıçaklayıp intikamını almaya çalışmıştı ama sonradan hem kendisi
korkup pişman olmuş, hem de Kösem Sultan onu affetmişti. Bu nedenle ben o
muhabbet çoktan kapanıp gitmiştir diye beklerken Kösem’in saray baskını planını
ifşa edip ölümüne sebep olanın, hatta direk kendi elleriyle öldürenin Mehmed
olmasına şaşırdım.
Meleki Hatun / Melek Kalfa söz oyununu yaparak ikinci bir
Mahfiruz Sultan / Mahfiruze Sultan vakası yaşatmadıkları için sevindim. Böyle
bir sürpriz çok daha makul oldu bence. Tabii zamanında Kösem Sultan’la barış
yapmış gibi görünen çocuğun yıllar boyunca bunu unutmamış olması ve içinde hâlâ
son derece büyük bir kin barındırarak bu işe soyunması biraz abartılıydı ama
Meleki Hatun yoksa olabilecek en mantıklı şekilde bağlanmış oldu.
Sezonun 4. bölümünü izledikten sonra Kösem Sultan gibi hırslı, güç peşinde zalimleşen insanların düşmanlarını kendi elleriyle yarattıklarını yazmıştım. Bu ihanetin Mehmed'e paslanması o nedenle tutarlı oldu. Keşke bir de
Kösem Sultan’ı haremdeki tül perdeyle değil de, tarihte anlatıldığı gibi kendi
saçıyla boğsaymış.
Velhasılıkelâm iyisiyle kötüsüyle, artılarıyla
eksileriyle Muhteşem Yüzyıl Kösem macerasının sonuna geldik. Bazı yönleriyle
ilk dizinin gerisinde kalan, bazı yönleriyle, özellikle de görsel olarak ilk
dizinin oldukça ötesine geçen, kusurlu olduğu zamanlarında bile Türkiye’de
üretilen en kalbur üstü ve başarılı birkaç yapımdan biri oldu. Zaman zaman çok
kızdık, biraz da sert çıkıştık ama bizimkisi ayı yavrusunu severken öldürürmüş
misali sevdiğimiz bir işin daha iyi olabilmesi için bulunduğumuz serzenişlerdi.
Yine de izledik, keyif aldık. Ne olursa olsun Muhteşem Yüzyıl’ın kendine has
bir büyüsü vardı, o yüzden sevenleri olarak ne yaparsak yapalım kopamadık.
Açıkçası Muhteşem Yüzyıl’ın yabancısı olarak geldiği 2. sezonda
hatırı sayılır bir süre boyunca yönetmen Çağatay Tosun’un yapıma uyum
sağlayamayacağını ve beraberinde getirdiği görsel tarzın yıllar boyunca tarzı
kemikleşmiş olan bu seriyle bir türlü barışamayacağını düşünüp korkmuştum. Bu
durum senaryodaki kimi sıkıntılı tercihlerle de birleşince bir ara ciddi ciddi
sevdiğim diziyi izlemeyi bırakma noktasına gelmiştim ama yaklaşık olarak 45. bölümden
sonra hem yönetmen hem de senaryo ekibi öyle insanüstü bir çaba sergilediler
ki, beni ve sanıyorum bir çok başka seyirciyi utandırdılar. Bu durumda utanmış
olmaktan gocunacak bir şey yok, bilakis ziyadesiyle memnun olmak lazım.
Zayıf başlamış olan bir sezon ancak bu kadar
şahlandırılabilirdi, haftalar boyunca üst üste ancak bu kadar dolu dolu bölümler
yazılabilirdi ve reytingleri düşük kalan, gecenin yarılarına kadar atılan bir
dizi ancak bu kadar sahiplenilip, bu kadar özenilerek çekilebilirdi. En umutsuz
gibi görünen zamanlarda en harika bölümleri çeken, sanatsal yaratımı reytinglere değişmeyen ve
Muhteşem Yüzyıl seyircisini
boynu bükük göndermeyen Tosun’a hem büyük bir alkış, hem de en içten bir teşekkür
olsun ^^