Üstelik Emir son derece usta bir avcı. Her ne kadar Zeynep
onun bu, daha çok kötücüllüğe işleyen beyin kıvrımlarına şaşırıp “Sen nasıl bir insan olmuşsun?” diye
sorgulasa da Emir aslında zaten hep böyleydi. İşler istediği gibi gitmediğinde,
öfkesi arttıkça tehdit ve cana kast düzeyi de artardı. Ama aşk gözünü kör
ettiği için Zeynep bunu göremezdi. Gerçi ben de onun o yaralı çocukluğuna
üzülüp, bazen de sevimli tarafına, esprili sözlerine kanıp bu durumunu göz ardı
ederdim yer yer. Fakat artık göz ardı edilecek tarafı kalmadı.
Kemal’i oksijensiz bırakarak öldürme planından sonra daha
fenası olamaz derken Emir bir üst levela geçti. Zeynep’i diri diri yakmak nedir
Allah aşkına? Zeynep’in Emir’den kaçma çabasını takdir ettim. Gerçi evin
etrafında üç beş koruma nasıl olmaz, hâlâ aklım almıyor ama neyse. Önemli olan
onun kendini ve Deniz’i Emir’den kurtarma isteğiydi. Ama bunun bedelini çok
ağır ödedi. Fragmanda o sahneyi görünce işin içinde bir bityeniği vardır demiştim
kendi kendime. Zeynep’in yatağa bağlandıktan sonra, çaresizlik içinde bağıra
çağıra abisiyle konuşmaya çalışmasını merdivenlerde oturup hüzünle dinleyen
Emir’i görünce, o döktüğünün benzin değil de su olduğunu da düşünmüştüm, fakat
değilmiş. Hoş, su olsaydı bile mum tükenene kadar geçen sürede Zeynep’in de
Kemal’in de ömrü adeta o mum gibi tükendi. Olabileceklerin korkusu bile aslında
yeterken, bir de gerçekten benzin olduğunu ve ortamın aniden alev aldığını
görünce resmen dehşete düştüm. Hazal Filiz Küçükköse’nin etkileyici performansı
sayesinde, Zeynep’in o çaresizliği benim de canımı acıttı.

Sahnede silah enflasyonu var!
Bu, Emir’in sınırlarının kalmadığını, artık onu
durdurabilecek hiçbir şeyin olmadığını bir kez daha ispatlayan bir şeydi. O yüzden
“Keşke Nihan Kemal’i vurmayı seçmeseydi, Emir nasıl olsa Deniz’e bir zarar
vermezdi ki.” diyemiyorum gönül rahatlığıyla. Neden yapamasın? Sevginin tek
engel olabileceği safhayı geçmedik mi? Nihan’ın da, “O mu? Bu mu?” diye burnuna
dayatılan iki seçeneğin dışında, üçüncü bir seçenek olarak katil komando dayıya
ateş etmeyi, durumun vahameti yahut Deniz’i tehlikeye atmama isteğiyle akıl edemediğini
düşünüyorum. Katil komando dayı da Kemal’e durduk yere düşman kesildi. Neymiş,
10 yıldır sakladığı kimliği onun yüzünden açığa çıkmışmış! Bir insanın canına
zevk alarak kastetmek için aman ne büyük sebep! Emir’in tek kişilik dev
orkestra tadındaki vahşetleri yetmiyormuş gibi bir de o çıktı başımıza.
Asu da, Tufan’a benzeyen salak doktoru avcunun içine aldı.
Kadının akıl hastası olduğu için hapishane yerine akıl hastanesine yatırıldığı
(Sahi bu nasıl hastalık yahu? Adını sanını bile bilmiyoruz ve Asu benden daha
sağlıklı duruyor.), üstelik daha önce hastaneden kaçtığı belli bir şeyken, bile
bile bu kadar kolay tuzağa düşmesi olacak iş değil. Sarı saçlı, mavi gözlü
haliyle, gece karanlığında ve %50 miyop gözle bakıldığında Kıvanç Tatlıtuğ’a
benzeyen fena olmayan bir tip. Dışarıda elini sallasa ellisi olmasa da yedisini
filan bulabilecekken, Asu’nun iki gülüşüne kanması, ayran budalası gibi ağzının
içine bakıp, üstüne bir de onu hastaneden çıkarması ne mantıklı bir davranış! Yeminle
o okulu 6 sene boşuna okumuş! Asu’nun lüzumsuz kaçış çabaları yerine hapishanedeki
Leyla’yı görmeyi tercih ederdim.
Bakalım bu kıyamet gününün sonunda kimler cenneti, kimler
cehennemi yaşayacak? Finalde görüşmek üzere…