Vurdum mu dağıtırım!
Hak etmediği şekilde elinden alınan gününü Hayat Şarkısı'na geri verip Pazar akşamına geçtik. Bununla ilgili hikâyeyi ve her bir sözcüğüne katıldığım serzenişi Merve'nin yazısından okuyabilirsiniz, ben tekrar etmeyeyim. Burada yeni bir sayfa açıyoruz, dilerim sonuna kadar da gidebiliriz. En azından sezon sonuna kadar ve derli toplu bir final seyrederek. Kara Yazı'yı severek takip ediyorum, uzun uzun izlemek de isterim. Fakat koşullar el vermiyorsa kısa yoldan sona varmaya bir itirazım da olmaz, yeter ki gerçek bir son olsun, damağımda tadı kalsın…
 
Önceki bölümlerden seçilen kilit görüntüler eşliğinde, Derya'nın sesinden dinledik ilk üç bölümün kısa bir özetini; güzeldi. "Bir çakmak çaktım, alevleri herkesi sardı…" cümlesi de, Erdem'in Mehmet'e kurduğu tuzağı Sinan'dan kurtulmak için kullandığının itirafıydı bence. Ama henüz hikâyenin bu kısmıyla ilgilenmiyoruz.
 
Mehmet'in Yaren'i öpmesinde kalmıştık… Bu ani ve teklifsiz yakınlaşmanın bir tokatla nihayetleneceğini tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok, merak ettiğimiz, daha sonra neler olacağıydı. Mehmet, neyse ki bu noktada alışıldık olana prim vermedi, tokadı yediği noktada kalmadı, Yaren'in peşinden gitti, kendini anlatmaya çalıştı. Mehmet, ancak bunun Yaren'in "ilk" öpücüğü olduğunu anladığında farkına vardı ne kadar büyük bir adım atmış ve Yaren'i ne kadar üzmüş olduğunun. Onun anlayabileceği de bu kadardı zaten. Fakat Yaren için "ilk"ini "çaldırmış" olmaktan daha büyük bir sorun var ortada. "Değer yargıları" derken neyi kastettiğini biliyoruz biz, çünkü Halil'i tanıyoruz. Ama daha geçen hafta, kendisine elbise giydirilip makyaj yapıldığında bir şeyler kaybettiğini düşünen Yaren'i de gördü bu gözler; yani o öfkede, Mehmet'in anlayabileceğinden fazlası var…
 
İstifa konusu da pinpon topu gibi bir kabul bir ret tarafına geçti, nerede durduğundan ben emin olamadım. Bu sorunun yanıtı da gelecekte…
 

Elbise giydirip makyaj yaptılar, Allah'ım ne büyük acılar bunlar!
 
Tokadı ve sonrasını az çok tahmin edebildiğimiz için esas merak konusu babaların karşılaşmasıydı, merak ettiğimize de değdi. Oğuz'un diyaloga giriş biçimi, kendisi için yazdığı hikâye ve böylece Halil'i dolaylı yoldan yüreklendirmesi gerçekten güzeldi. Oğuz'a alkış tutuyor değilim elbette ama, karşılaşmasını beklediğimiz iki büyük oyuncunun yan yana gelmelerine değecek önemde ve büyüklükte bir sahne yazılmış, kuşkusuz ki hakkıyla oynanmış ve ekrana eksiksiz yansıtılmış olduğu için güzeldi. Ve Oğuz'un katışıksız bir kötü, Halil'inse dolduruşa gelmesinin çok kolay olduğunu açıkça gösteren bir sahneydi.
 
Dizilerimizin vazgeçilmez klişelerinden biridir: Taksi lazım olur, karakterimiz yola çıkar, elini kaldırır ve hemen bir taksi duruverir. Bizler de, İstanbul gibi kalabalık ve düzensiz bir şehirde bunun her seferinde gerçekleşmesine şaşırır, ama bu şaşkınlığı kanıksamış olduğumuzdan hiçbir şey olmamış gibi devam ederiz izlemeye. Mehmet Karahan, bu klişeyi elinin tersiyle itti gözümüzün önünde. Her an omuzunda bir kadınla atlama ihtimali varmışçasına hazırda tuttuğu bir teknesi varmış meğer Mehmet'in, çünkü Oğuz Karahan'ın oğlu olmak bunu gerektirir!
 

Teknenin isminde bir mesaj mı gizli yoksa?^^
 
Mehmet ve Yaren'in uzunca bir süre yalnız kalmaları yine de güzeldi, böyle böyle daha iyi tanıyacaklar birbirlerini, daha derinden bağlanacaklar birbirlerine. Ama acil durum ortaya çıktığında bile uzun zaman kıyıya varamamaları beni ikna etmedi. İşi ve parası olmadığı için amele pazarında şansını deneyen ve başarısız olan Halil'in, Beykoz'dan Bakırköy'e, Bakırköy'den de Sirkeci'ye taksi ile gitmesine ikna olmadığım gibi. Bir türlü karaya varamayan Yaren'in yardım istemek için Kadir'i aramamasına anlam veremediğim gibi.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER