Celeste için her şey mükemmel görünüyor. İki harika çocuğu
ve ona delicesine aşık bir eşi var. Sorunda bu eş kısmında başlıyor zaten; Perry öfke problemleri olan bir eş. Öfke problemini sözlü ve fiziksel istismar
ile kapatmaya çalışıyor. Celeste’in de buna meylini görmesi ise ona travmalarından
ayrı bir özgüven katıyor. Bir noktaya kadar Celeste’in sadece durumu idare ettiğini
sanıyorsunuz Perry ile olan ilişkisini izlerken. Bir noktadan sonra fark
ediyorsunuz ki Celeste, bu durumdan zevk alıyor. Bunu izleyici olarak fark
ettiğinizde Celeste biraz flu bir karakter olma yolunda evriliyor ancak bu
durum çok uzun sürmüyor. Perry’nin terapiste gitmeyi kabul etmesi ile başlayan
bir süreç sonunda ise sürekli öteye iteklediği o soruları kendine soruyor ve
bunlarla yüzleşiyor. Olduğu insandan
memnun değil. Zaten olmamalı da... Karşınızdaki insanın size uymayan yönlerini
tolere etmek ilişkinin gidişatını olumlu yönde etkiler fakat bir insanın
karşısındaki insana uyguladığı her türlü şiddet yok sayılacak, üstü kapatılacak
bir şey değildir. Celeste nihayetinde bunun farkına vardığında başka bir hayat
için başlangıç noktasını belirliyor. Hikayenin dinamiğindeki asıl büyük olayın,
yani cinayetin fitili de burada ateşlenmiş oluyor bana göre.
Madeline, mutsuz bir kadın. Bana göre tercih edilmeyen
olmayı bir türlü içinde sindirememiş bir kadın. Eğer kalbinizde,
sindirilemeyenlerden bir yükünüz varsa tam anlamıyla mutlu olmak sizin için
sadece kitaplarda, filmlerde olan bir şeydir. Benim Madeline’i anlamaya
başladığım nokta Joseph ile olan ilişkisinin ortaya çıktığı zamanlara
dayanıyor. Onunki bir küçük varlığını sürdürebilme meselesi… Bir şekilde
birileri için orada olduğunun farkında fakat bu onu tatmin edemiyor.
Anlamlandıramadığı bir duygu karmaşasının ortasına Joseph ile hissettiği o
adrenalin duygusu bomba gibi düştüğünde ise her şey bir anlığına netleşiyor
Madeline için. Sonrası yüzleşme... Yukarıdaki soruların hepsini kendine
sorabiliyor ancak cevapları yalnızca bir yere kadar vurabiliyor kıyılarına. En
sonunda kabullendiği gerçek ise yeteri kadar cesaretli olmadığı... Onun asıl
olayla, yani cinayetle bağıntısı da burada devreye giriyor.
Jane ise bu bütünün içinde güçsüzlüğü en çok gözler önünde
olan. Henüz yaşı çok genç ve üstüne yaşadığı travma onu bunca güçsüz kılan.
Korkmasına korkuyor ama uçurumun en ucuna son hızla koşup kendiyle ve hayatıyla
yüzleşecek cesareti daima var. İlginçtir ki, yarasının yerini hem kendine hem
etrafındakilere bu kadar temiz bir şekilde gösterirken ayağa kalkıp aynaya
bakmaktan korkmayan tek karakter Jane. Hoş bir tezatlık oluşturmuş kendi içinde.
Ziggy’nin şiddet eğilimli olması ihtimali, akabininde yine Ziggy’den gelen
“Babam kim?” sorularıyla çoğu kişinin atamayacağı adımları attığında soruları
kendine sormuş sayılıyor. Zaten kendini dinleyebilen bir karakter Jane fakat
kafasının içindeki sesler o kadar fazla ki onun da bulanıklığı burada baş
gösteriyor. Her şeyin yanıtını, ondan hem çok bağımsız hem de direkt onunla
ilgili bir kısımda alıyor: Cinayet anı.
Renata, bu hikayenin kötü kadını gibi gözüküyor. Küçük,
tatlı Ziggy’e ve Jane’e hunharca laflarını sıralarken hangimiz ondan itilmedik
ki? Fakat herkes gibii Reneta’nın da bir zayıf noktası var olacaktı elbet:
Empati. Kendisiyle gerçekten empati yapıldığına inandığında yelkenleri suya
indirip gülümseyerek yola devam edenlerdendi Reneta. Onun kendine sorularını
sorması ve yanıtlaması ise hepsinden daha kısa sürdü. Jane’in konuşmak için
evine gelmesi onun yumuşamasına sebep olmuş ve aynanın karşısına geçebilmesi
için gerekli adımı attırmıştı. Celeste’in itirafı ile son taş yerini bulup
Reneta cevaplarını verebildiğinde onun için her şey netleşti. Cinayet anına
tanıklığı ise tüm kalkanlarını indirmiş yüzleşmesini yaparken yakaladı onu.
Bonnie değişik bir karakterdi. Ciddiyim, yani açıkçası ben
bazı şeyleri gerektiğince oturtamadım onunla ilgili kafamda. Tek bildiğim daha
doğrusu, onunla ilgili gerçek anlamda kavradığım tek şey iyi niyetli olduğu.
Yaptığı şeyleri hiçbir zaman Madeline’e ya da bir başkasına inat için yapmadı
Bonnie. Tek derdi hayatında belli bir düzen oturtabilmekti, onu da başardı.
Sorması gereken soruları çoktan sormuş, cevaplarını hayli zaman önce vermiş ve
o cevapları heybesine atıp yürümeye başlayalı uzun yollar geçmiş, tabir-i
caizse şanslı bir karakterdi. Cevaplardan sonra da bir yaşam olduğunu fark
etmesi ise onu cinayet anına ortak etti.
Bu beş kadın bambaşka sulardan yüzüp aynı dalgaya tutuldu o
gece. Boylarını misliyle aşması ise çok umurlarında değildi. Dalgaya karşı
durabilmek için yaptıkları tek şey el ele tutuşmaktı ve üstesinden geldiler.
Perry öldü.
Celeste, muhtemelen hayatı boyunca ayrılamayacağı adamı kaybetti
o gece.
Madeline, kendini en düşmüş hissettiği anda içindeki
cesarete yeniden tutundu orada.
Jane, bin kere de sorsa aynı soruları, bin keresinde de
yanıtını bulamayacağı yeni bir döngüden kurtuldu o gece.
Reneta, düştüğünde onu tutabilecek insanları edindi
hayatına. Bu onun için önemliydi.
Bonnie ise, hayatın yalnızca sorulardan ve cevaplardan
ibaret olmadığını anladı o gece. Tüm hayatı boyunca yürüdüğü yolun bir saniyeyle, dönüp onu yutabileceği ile yüzleşti.
Beş kadın. Bir sır. Onlar için tek gerçek var oldu o geceden
sonra: Yan yana olabilmek. Kirli, büyük bir yalandı onlara bunu öğreten. Farklı
yerlerden yaralanmışların aynı anda iyileşme mucizesi aynı zamanda.