Gün geçmiyor ki Topkapı Sarayı’nda yeni bir trajedi, yeni
bir felaket yaşanmasın. Ölümler ölümleri, mutsuzluklar mutsuzlukları kovalıyor
ve seyirci de kendi payına düşeni her hafta kalbi dertten sıkışarak, içi
şişerek izlemek durumunda kaldığı bölümlerle alıyor. Bu hafta da bunun dört
başı mamur örneklerinden birine tanık olduk. Dram üstüne dram, acı üstüne acı
derken insanı hayata küstürecek kadar karamsar bir bölümle ekrana geldi Muhteşem
Yüzyıl Kösem.
Duygusal yoğunluğu bir hayli fazla olan bölüm, aslına
bakarsanız finalindeki oldukça şık sahneye odaklanarak planlanmış, yarı yarıya
dolu, biraz da kopuk kopuk ilerleyen “eh işte” denebilecek bir yapıdaydı. İki
büyük ölüm olayı ve Kösem Sultan’ın idareyi eline alması haricinde çok da dişe
dokunur bir hikaye akışına sahip değildi. Hatta özellikle son yarım saatlik
kısmında gerçekleşen olaylar dolayısıyla hikaye takibini iyi yapabildiğini de
düşünmediğim bir acelecilik içindeydi. Saatler 01.00’i geçtikten sonra üstüme
bayağı bir ağırlık çöktü ama sebebi saatin geç olması değil, bölümdeki hikaye
akışının ekleme yapıştır halini alıp ilgimi kaybetmeme sebep olmasıydı. Yoksa
saat 02.00’yi geçerken biten son dönem bölümlerinde gözlerimizi kırpmadan
izlediklerimiz de oldu.
Gevherhan Sultan’ın ölümüyle açıldı bölüm. Hiç
beklemediğimiz bir anda diziden gerçekten çıkan Aslı Tandoğan’ın karakteri Muhteşem
Yüzyıl tarihinin maalesef ki pek bir önem arzetmeyen, kız kardeşi Atike Sultan
ve Silahtar Ağa’yla oluşturulan kurmaca aşk üçgeni sebebiyle, o dönemde anlatılacak
dünya kadar önemli şey varken haftalar boyunca boş yere lafın dolandırılıp durmasına
sebep olan “filler” izlencelerinden biri olarak kaldı.
Çeşitli kaynaklarda 1660
yılına kadar yaşadığı yazan ancak Osmanlı kadınları tarihinde hiçbir zaman ön
planda olmadığı için kesin ölüm tarihi tam olarak bilinmeyen bir ismin belki de
bu şekilde, söylenenden çok daha önce öldürülerek kadrodan çıkartılması daha
hayırlı olmuştur. Zira Aslı Tandoğan’ın emeğine sağlık ama diziye cidden hiçbir
şey katmayan bir karakter ve hikayeydi.
Kesif bir mutsuzluk ve depresiflik barındıran sahneler olsalar da yine de
Gevherhan Sultan’ın ölümünün sarayda ve haremde bırakması gereken etkiyi
yeterince bırakmadığını düşünüyorum. Ölüm olayı sadece 4. Murad ve Kösem Sultan
üzerinden işlendi ve ailenin geri kalan üyeleri boş geçildi. Doğal olarak Atike
Sultan ve Silahtar da olayın tarafları olarak bu konuyla ilgili biraz
konuştular ancak kardeşler arasındaki kopukluk bu sahnelerde bir kez daha
kendini gösterdi.
Örneğin ablasının intihar ederek canına kıyması Şehzade Kasım’ın
umurunda bile olmadı, yas tuttuğunu göremedik. Cenaze töreni sırasında tabutu
taşımaya yardım etmese Şehzade Bayezid’in böyle bir olaydan haberdar olduğunu bile
anlayamayacaktık. O da hiç oralı olmadı. Aile üyeleri arasında bu ölümün daha
fazla bir karşılığının olmasını ve izleyiciye daha iyi yansımasını isterdim.
Tam Gevherhan’ın beklenmedik ölümünün ağırlığıyla başetmeye
çalışırken, bir de Ayşe Sultan’ın intiharı geldi üstüne. Hem de daha bile ağır
bir şekilde. Yine kesin ölüm tarihi bilinmemekle birlikte 4. Murad’ın
vefatından sonra da bir süre yaşadığı sanılan Ayşe Sultan da çok erken ayrıldı
kadrodan. Açıkçası sezonun ilk bölümünde Leyla Feray’ın performansını pek
beğenmemiş ve biraz yapmacık bulmuştum. Ancak sonradan diziye ve karakterine en
güzel şekilde uyum sağlayan isimlerin başını çekti. Hem Muhteşem Yüzyıl tarihinden
gelip geçen en güzel kadınlardan biri olarak gözlerimizi kamaştırdı, hem de
rolünü inanarak oynadığı sahnelerde sevilmesi mümkün olmayan bir karakteri
bütün o sevimsizliğine rağmen sevdirmeyi başardı. Keşke adam akıllı bir hikayeyle dizide daha fazla kalabilseydi.
Ayşe Sultan’ın ölümüyle ilgili seyircinin canını en çok
sıkan şey bu dünyadan göçüp giderken yanına iki tane masum çocuğunu da almış
olması gibi görünüyor. Halbuki izlemesi ne kadar üzücü olsa da tarihi anlamda
tutarlı bir hamle oldu. Ne de olsa 4. Murad, şehzadelerinin hiçbiri yaşamamış, hepsi
erken yaşlarda hastalıklardan vefat etmiş, arkasında Osmanoğlu Hanedanı’na bir
varis bırakamamış olan bir padişah.
Hatta o kadar ki, kendi vefatından önce
hayatta kalan son hanedan üyesi erkek olan kardeşi Şehzade İbrahim’in de öldürülmesini
emretmiş, Kösem Sultan araya girip “delidir o” diyerek İbrahim’in canını
kurtarmasa Osmanlı belki de daha 1640’larda sona erecekmiş. Haliyle Ayşe Sultan’ın
çocuklarının bu şekilde devre dışı bırakılmış olması anlaşılır ve mantıklı bir
durum.
Tabii olan asıl 4. Murad’ın tarihten en iyi bilinen hasekisi
Ayşe Sultan’a oldu. Farya gibi kurmaca bir karakter yüzünden dizide bu anlamsız
hallere düşürülerek, hain konumuna getirilerek işlendi. Hiç varolmamış bir
şahsiyet yüzünden keyfi bir şekilde tebaası olan halkın kellelerinin gitmesine
razı gelebilen son derece itici bir kadın sultan olarak kurgulandı. Bütün bu
yapılan işler neye yaradı, Ayşe Sultan’ı bu şekilde yansıtmakla ele ne geçti açıkçası
ben anlam veremedim. Tıpkı Gevherhan Sultan ve Atike Sultan gibi çok sorunlu ve
amaçsızca kurgulanmış bir karakter olduğunu düşünüyorum. Allah'tan ölmeden önce yazdığı mektubundaki acı sözler haklıydı ve karaktere giderayak daha bir sempati duymamıza sebep oldu.
Geriye Atike Sultan ve
mümkünse artık Farya’nın bir an önce devre dışı bırakılmaları ve dizinin Muhteşem
Yüzyıl tarihinde olabilecek en kötü şekilde kurgulanmış olan hepsi birbirinden tatsız bütün bu kadın karakterlerden arındırılması kalıyor. Zira bu dörtlünün, hepsi birbirinden önemsiz kurgu hikayeleriyle haftalardır ekranda kapladıkları akıl almaz süreler boyunca 4. Murad dönemine
dair neler neler ve ne karakterler layığıyla anlatılırdı, sezon bambaşka bir sezon
olurdu. Oyuncuların emeğine sağlık ama karakterlerin diziye verdikleri zarar fazlasıyla yeter.