Ve bölümün en önemli üçüncü gelişmesi Gevherhan Sultan’a
olan aşkını Sultan Murad’a itiraf ettikten sonra hakkındaki hükmü bekleyen Silahtar
Ağa’nın aldığı cezaydı. Muhteşem Yüzyıl tarihinde ikinci defa bir karakter
Çilehane’nin zorlu koşullarıyla sınandı. Aşk-ı Derûn’da oğullarını peşpeşe kaybedince
yaşadığı duygusal yıkımın altında ezilen Kanuni Sultan Süleyman kendi kendini
bu şekilde cezalandırıp arınma yolunu seçmişti, bu sefer de 4. Murad kendisine
ihanet ettiğini düşündüğü Has Odabaşı’nı 40 gün 40 gece sürecek çilesini
doldurması için Sivasiler’in dergahına bıraktı.
Bir gönül meselesinin bedeli 40 gün çilehaneye kapatılmak
mıdır, çok fazla değil mi diye düşünüyor insan ister istemez. Hiç mi sevmesin, aşık olmasın bu insanlar? Aşk için dilenen bu kaçıncı özür? Aşk yüzünden bu kaçıncı gönül koyma? Diğer yandan
aslında durumun trajikomik bir tarafı da var. Sezonun başından beri o sultan
senin bu hatun benim gezip bol bol mavi boncuk dağıtırken bir nevi playboya
dönüştürülen Silahtar gibi bir karaktere de bundan daha acımasız bir ceza
bulunamazdı herhalde. Murad bir de Ester Hatun bahsini bilse temelli kafese
kapatacaktı herhalde adamı ^^
Şaka bir yana, bu cezanın daha derin bir anlamı, daha
önemli bir şeyle ilgisi vardı ve bu da bizi sezonun ilk bölümüne, isyancıların
sarayın kapılarına dayanıp Murad’ın Ayak Divanı’na çıktığı anların –sanıyorum ki-
hemen sonrasına götürdü. 2. sezonun ilk dakikalarında adını duyup geçtiğimiz,
bir daha da tahminen duyamayız dediğimiz (bu bölümde bile zar zor duyduğumuz) Musa Çelebi’nin cenazesinden önce Arz
Odası’nın önünde 4. Murad’ın onun tabutu başında dikildiği anlara gittik. Söz
konusu şahsiyet 4. Murad’ın en sevdiği kişilerden biri ve dizide 4. Murad’la
dostluğu da ölümü de gösterilmedi malum.
Artık kendileri için nasıl bir önemi vardı, olayla ilgili
seyircinin bilmediği neler biliyorlardı bilinmez ama Musa Çelebi’nin tabutunun
başında 4. Murad ağladı, Silahtar ağladı. En son Aşk-ı Derûn’da Süleyman ve
İbrahim arasında yaşanan bromance benzeri hassas anlar yaşandı. O acı günü hatırlamak
da bu olayın akabinde Musa Çelebi’nin yerine Has Odabaşı olan, şimdilerde çilehanesindeki
sessizlik içinde oturup geçmişini düşünen Silahtar’a nasip oldu. Son anına kadar hünkarına sadık olup güvenini kırmamış bir adam bile fırsatını bulan hainlerin elinde telef edilmişken o gün hünkarının gözlerindeki yaşları ve acıyı gören Silahtar, şimdi şimdi oluşturduğu güvensizlik hissinin yaratmış olduğu hayal kırıklığının muhasebesini yapmak zorunda kaldı. Keşke lafla
sözle duymak zorunda kalmasaydık bu kilit önem taşıyan olayları da birebir
izleyebilseydik ama bir kere daha heyhat.
Aslında hazır çilehaneye kapatılmışken Silahtar’ın
kendisiyle başbaşa kalacağı bütün o süre boyunca geçmişine bir yolculuk
yapacağımızı, hikayesini geç de olsa flashbackler yardımıyla öğrenebileceğimizi düşünmüştüm ama bu
bölümlük Musa Çelebi anısı haricinde bir şey göremedik. Belki önümüzdeki bölüm
bir şeyler görürüz. Aslına bakarsanız tam da sırası bence.
Bölümde bir tek son sahnelerde Gülbahar Sultan ve Sinan
Paşa’nın gizli buluşmalarını normalde Ayşe Sultan takip ediyorken bu sefer
neden Ester Hatun’un takip edip kendini ele verdiğini anlayamadım. Bir sonraki
bölümü izlediğimizde belli olur sanıyorum. Daha normal saatlerde yayınlanan
bölümlerde görüşmek üzere.