Yangın faciası beraberinde 4. Murad döneminin göze çarpan
ama resmi tarih anlatıcılığımızda pek dillendirilmeyen bir dönem gelişmesiyle çıkageldi
: Kadızadeliler Tarikatı… Aynı yüzyıllarda kıta Avrupası coğrafi keşifler
sayesinde bilimsel düşüncede, Rönesans hareketiyle sanat ve edebiyatta alıp
başını gitmiş, Reform hareketiyle de bağnazlığa teslim olmuş dinlerinde silkelenip
akıl, mantık ve bireyi ön plana almışken Osmanlı İmparatorluğu’nun zihniyet
anlamında dünyanın tam tersine bir gidişat içine girdiğini gösteren
gelişmelerden biri bu.
Geçtiğimiz hafta Osmanlı’daki ilk uçma denemesini
gerçekleştiren Hezarfen Ahmet Çelebi’ye neredeyse altın madalya takmadığı kalan
yapım, şükür ki bu bölümde koskoca yangının çıkış sebebini ahlaksızlığa, içki
ve tütün içilmesine, Hak yolundan sapılmasına bağlayan kökten dinci Kadızadeliler Tarikatı’nın
söylemlerini ekrana taşıdı. 4. Murad’ın uygulamaya koyacağı içki ve tütün
yasağının dahi bir nev-i fikir babası sayılabilecek bir oluşum.
Yani “Duraklama” dönemine sadece artık seferlere
çıkılmadığı, devletler arası yapılan antlaşmalarda ödünler verilmeye başlandığı
ve tahta ya çocuk yaşta ya da akli melekelerini kaybetmiş yetersiz padişahlar
çıktığı için girilmemişti malumunuz. Askeri yönden olduğu kadar düşünsel yönden de bütün anlamıyla bir “duraklama” ve dünyaya ayak
uyduramama durumu söz konusu bu yüzyılda. Kösem’in müthiş saltanatı haricinde ortada
“Muhteşem” olan pek bir şey yok yani. Dizi gerek 1. sezon olsun gerek bu sezon
olsun imparatorluktaki bu sosyo-kültürel durumu mümkün mertebe göstermemeye
çalışıp, Duraklama Dönemi’nin nahoşluğunu sadece taht ve saltanat kavgalarına bağlamayı
tercih etse de ayaklarına gelmiş bu fırsatı iyi değerlendirirler umarım.
Bir yandan da küçük sürprizler gelmeye devam ediyor.
Aşk-ı Derûn’un oyuncuları ufak tefek cameolar veya birkaç bölümlük konuk
oyuncular olarak Kösem kadrosunda arz-ı endam etmeyi sürdürüyorlar. Şapkadan bu
sefer Kadir Çermik çıktı. İlk dizinin ilk sezonunda, “Sultan Sölomon”
repliğiyle hafızalarda yer eden, Paskalya yumurtası gibi kabarık kabarık
kıyafetleriyle kâh nehir kenarında yan gelip keyif çatarak elma yiyen, kâh Lord Ariel ve
nişanlısı Lady Victoria (sonradan Sadıka) gibi soyluları evlendiren, kalan
zamanında da bol bol Sultan Süleyman’dan nefret edip ona komplolar kuran, işler istediği gibi gitmediği zaman da Papa'ya ağlanan Macar
Kralı II. Lajos’u canlandıran Çermik bu defa da Kadızadeli Mehmet Efendi olarak
devleti uğraştıracak anlaşılan.
Yalnız bölüm boyunca gerek Kadızadeli Tarikatı’na mensup
olan müritlerin şehirde çıkardığı gerginlik, gerekse de esnafı yağmalayan
Yeniçeri ağaları gibi sahnelerde ben yeteri kadar gergin bir ortam yaratılamadığını
düşünüyorum. Özellikle 43. Orta’ya mensup olan Hüsrev Ağa ve yanındakilerin
çarşıda Yahya Efendi’yle sohbet eden 4. Murad’a yakalanmaları sahnesi çok oldu
bitti şeklindeydi. Esnafla Yeniçeriler arasında şöyle daha adam akıllı bir itiş
kakış, bağırış çağırış yaşansa da Murad bunun üzerine durumun farkına varıp
olaya el koysa daha inandırıcı olurmuş bence. Önümüzdeki haftalarda payitahtta
huzursuzluk yaratan böyle gelişmeler umuyorum ki sadece karakterlerin
repliklerinde kalmaz, gerçekten huzursuz edici bir gerginlik içinde
yansıtılabilir.
Bu arada Hezarfen Ahmet Çelebi demişken bir paragraf
açmak isterim. Geçen haftaki yazımdan sonra Hezarfen’in Evliya Çelebi’nin
Seyahatname'si dışında hiçbir güvenilir resmi tarihi kaynakta isminin geçmediği,
öyle bir uçma olayının aslında olmadığı ve bu nedenle dizinin varolduğu bile
şüpheli böyle bir karakter üzerinde pek durmamasının normal olduğunu söyleyen
bazı yorumlar geldi. Tabii ki bütün bunların ben de farkındayım ancak dizi Hezarfen
Ahmet Çelebi’yi Galata Kulesi’nden ilk uçma denemesini gerçekleştiren tarihi
bir şahsiyet olduğunu varsayarak hikayesine dahil ettiğine göre karakteri ve resmi
tarihten bilinen hikayesini bilindiği şekliyle anlatması daha doğru olurdu diye
düşünüyorum. Geçen haftaki yazımda konunun işlenişine gösterdiğim tepki bu
yüzdendi. Buna da bir açıklık getirmiş olayım.
Bölümün zayıf halkası ve belki de kusursuz bir bölüm
olmasını engelleyen şey ise en başta da söylediğim gibi ne olursa olsun aşk
üçgenleri etrafında yine fazlaca dönmesiydi. Atike Sultan, Gevherhan Sultan,
Silahtar ve Ester Hatun arasındaki gönül ilişkileri bir şekilde
sonuçlandırılmaları açısından şu noktada daha azıyla ele alınabilecek durumda
olmasa da umuyorum ki artık bu bölümden sonra bölümler üzerindeki etkilerini
biraz azaltırlar çünkü hazır koca yangın payitahtı yerle bir etmişken bu aşk
üçgenlerine bu kadar fazla zaman ayrılması kelimenin tam anlamıyla “mahalle
yanarken aşüfte saçını tararmış” sözünü gerçeğe dönüştürmekten başka bir etki
bırakmıyor izleyende.
Ancak yine de söylemem lazım ki her ne kadar Atike Sultan
ve Gevherhan Sultan karakterleri oldukça sıkıcı karakterler olsalar da
özellikle Ece Çeşmioğlu Atike Sultan rolünde gerçekten varını yoğunu ortaya
koyarak oynuyor. Karakteri severek ve özenerek canlandırdığı belli. Atike
Sultan’ı olmasa da kendisini izlemek keyifli. Bir tek ablası Gevherhan’la
Mermer Köşk’ün bahçesinde yüzleştikleri sahnede ağzından kaçan “yaaa” tepkisi
biraz fazla 2017 model plaza gençliği ağzına kaçtı. Sezonun başlarında aynı durum bir kere de Farya
karakterinde Farah Zeynep Abdullah’la yaşanmıştı. Belki ufacık noktalar ama 1632-1633
yıllarında yaşayan saraylı kadınların ağzına yakışmayan jargonlar bunlar
sonuçta. Bu sezon haricinde de Muhteşem Yüzyıl serisinde tanık olmadık böyle şeylere. Biraz daha dikkat edilecektir diye umuyorum.