“Aşk.. ahenk.. ruh birliği. Belki de hepsi.. Kaybetmeye değmezdi.. Defne... Defnem.”
“Defne hanım dedim!”

“Ömer bey, ben sizi çok iyi gördüm maşallah.”
“İyidir, iyi.. Hanımı getireyim dedim ben de.”
"Hanım? Hanım..."
Kiralık Aşk izleyicisi için “ilk 20 bölüm” diye bir
gerçek var. Zamanında sevgili Ilgaz’ın yaptığı A'dan Z'ye Kiralık Aşk sözlüğünün “İ”
harfine eklenebilecek mertebede bir gerçeklik üstelik bu. Kiralık Aşk’a ait o
dev galakside, adeta kendine ait bir yörüngede varlığını devam ettiren bir
yıldız takımı gibi... Nostalji yapılan, iç çekerek hatırlanan, tekrar tekrar
yad edilen, o meşhur tabirle “dönüp dönüp geri dönülen” yerler, hep o yıldızların
yörüngesi üzerinde.
Benim kalbim ise, neden tam bilmiyorum, biraz daha farklı
atıyor. Bu masalın en saf, en taze, en naif satırlarını ben de herkes kadar çok
seviyorum; ama kendimi dönüp dönüp içinde bulduğum sular hep daha kıvamlı, daha
tortulu olanlar. Karanlık, dibi görünmeyen denizler gibi. Ya da ıssız bir
okyanus gibi, görünürde kıyısı olmayan. Acının, tükenmişliğin hüküm sürdüğü
zamanlara gidiyorum. Gidenlerin gittiği yerde, kalanların kaldığı yerde hep
mutsuzluktan söz ettiği zamanlara.
Ömer bir sabah körü Montebianco yemek için Defne ile Baylan’ın kapısından girip “hanımı getireyim
dedim” deyince bile buralara gidiyorum ben, evet. Şunu düşünüyorum çünkü
sürekli: Aşk..ahenk..ruh birliği. Belki
de hepsi.. Kaybetmeye değmezdi. Değmezdi değmesine, ama kaybetmek
gerekirdi. Bazen sadece kaybedilince anlaşılırdı çünkü her birinin kıymeti.
Defne’nin Ömer’in “hanım”ı olması için önce “Defne değil, Defne hanım” olması gerekirdi.
Bu masalın en saf, en taze, en naif satırlarının yeniden yazılabilmesi için
önce masal kitabın kaybedilmesi gerekirdi.
Yazı devam ediyor...