Bela is loading..
"Ah Eda ah" diyorum son iki haftadır. Uğruna kendini yaktığı sandığımız Kerem'in kendisini kandırmasından da önce dertliyim bu konuda. Sonradan gelip hikayeye en yakışan isimlerden biri Eda. Gönül isterdi ki çok daha farklı bir karakterde izleyelim, hikayeye yön versin şaşırtsın ama olmadı. Üstelik olmadığı gibi gittikçe pasifleşiyor. Poyraz Karayel'in erkek versiyonu dediğim Eda'nın aptal aşık olarak her şeyi silip atması ve hikayenin gerisinde kalması umuyorum ki karaktere düşünülen ilk hikaye değildir. Zira Nevra gibi uç bir karakteri yazan ya da daha öncesinde şahit olduğumuz ekstrem olayları bizlere sunan ekip istese Eda'yı da çok ekstrem ve farklı bir rolle karşımıza çıkarabilirdi. Ancak son iki haftada iyice anladık ki Eda'nın da payına "aşkı uğruna aptallaşıp kendini feda eden  kadın" rolü düşmüş. Ben yine de beni şaşırtıp, "Bu lafları tek tek yedirse keşke." diyerek bir kapıyı açık bırakıyorum. Ne de olsa umut; fakirin ekmeği, seyircinin ters köşesi.. Bu arada kaynamasın,  Poyrazcım Karayel yine yine yeniden dört ayak üstüne düştü diyerek olayları basitleştirip haksızlık yapmayacağım. Gerçek bir ajan gibi ellerini bağlamadığını görüp üstüne bir de Eda'yı eşikten döndürünce sıradaki tüm "Oh be." sevinçleri sana geldi, Poyrazcım. Sana bu aklını çıldıranlar kasabasında iyi ki Poyraz Karayel diyoruz.

Yavan geçen bölümdeki bir diğer nefesi ise yine Songül sayesinde aldık. Ve bazen Songül'ü alıp bir kızlar gecesi yapmak istiyorum. "Benim gibi saf bir kızdan seri katil yarattı Umman Ailesi." sesli güldürdü... Fakat ister "Ben seni sevdim be." arabeskliğinde olsun ister gerçekten hayal kırıklığı yaşasın Songül'e acıyamıyorum. Eninde sonunda işleri kendi istediği yoldan halledecek nasıl olsa- bugüne dek olduğu gibi. Sadrettin Umman ise benim kırmızı çizgim. Ne kadar hata yaparsa yapsın, ne kadar çılgın atarsa atsın ayağına taş değmesin istiyorum. Ona böyle hassas "bacanak-baba" sahneleri yazılınca minnoş kalbim kırılayazıyor. Sadrettin Umman, seviliyorsun.

Son olarak birkaç haftadır söylemek istediğim şeyleri sırtımdan atıp yoluma hafiflemiş devam etmek istiyorum. "Poyraz Karayel izliyor musun?" ile başlayan sohbetlerin bir yerinde illa ki "Birinci sezonu dünyanın en güzel şeylerinden." derim. Ve hatta ikinci sezon ile biri kıyasladığım zamanlarda ikinci sezonun şansı bile olmazdı. Fakat şimdi dönüp bakıyorum da ikinci sezon her ne kadar ilk etapta "Dünyanın en güzel şeylerinden." hissi yaratmasa da birinci sezondan bile güzel. Demek ki neymiş arada geriye dönüp bakmak ve mümkünse bunu yaparken pencereni biraz daha açmak gerekiyormuş. Ve üçüncü sezona gelecek olursam, hikayenin gidişatından son derece memnunum. Hikayenin sürekli revize edildiğini hissettiren tutarsızlıklara, iki hafta önceki ile şimdiki hali arasında uçurumlar olan karakterlere rağmen keyifle izliyorum.  Bazen bazı şeylerin ya da bazı kimselerin ömrümüzdeki yeri mühimdir. Öyle olacağı bilinmese de ya da hiç beklenmese de öyledir. Ve eğer sonu bize verilen spoiler gibi biterse, "Bu kadar mutsuzluğa bir mutlu son patlatalım." çılgınlığına gidilmezse Poyraz Karayel'in varlığı ve bana yazdırdıkları varlığıma en keyifli izlerden biri olacak. Dediğim gibi umut; fakirin ekmeği, seyircinin ters köşesi.

Sevgi ile.

Sonun da sonu olarak, Allah belanı bu kez verdi galiba Mümtaz. 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER