Bu iki karakter ne de olsa ana karakterler, sezon ilerledikçe nasıl olsa hikayeleri açılır diye düşünerek onları bir kenara bırakıp, bari hiç değilse şehzadeler ve sultanlar arası ilişkileri izleyelim de karakterleri anlayıp sevelim diyorum ama dizi ona da izin vermiyor. Şehzadeler varla yok arası bir konumdalar. Her bölüm iki-üç tane ufak sahnede görünüp kayboluyorlar. Sultanlar deseniz, üç bölüm geçti Gevherhan Sultan hâlâ umurumuzda olmayan ölmüş eşinin arkasından ağlayıp durmaktan başka bir şey yapmıyor. Geçen hafta öğrendiği yasak ilişki ve çocuk olayının üstüne bile gitmedi. Ağlamaya devam etmek için bir bahanesi daha olmuş oldu sadece.
 
Atike Sultan deseniz üç bölümde üç ayrı kadına boncuk dağıtmaktan başka bir esprisini görmediğimiz Silahtar Ağa’ya sulanmak ya da Prenses Faria’nın savaşçılığına hayran olmak dışında herhangi bir duruma etki etmiyor. Her iki kadın karakterin de erkek kardeşleriyle iletişimleri yok. Birbirinden kopuk bir aile görüntüsü var. Aslı Tandoğan da, Ece Çeşmioğlu da kıyafetleri, taçları ve takıları içinde göz kamaştırıcı görünüyorlar ama karakterleri açısından daha ötesi değiller maalesef.

Prenses Faria demişken… Sezonun bir diğer anlaşılmazlığı da bu. Tarihte var olmamış kurgu bir karakter diziye adını veren kadının bile önüne geçmiş vaziyette. Biz her yeni bölümde Kösem Sultan’ın hikayesini az biraz izleyebilme umuduyla ekran karşısına geçiyorken Faria’yla yatıp Faria’yla kalkıyoruz. İlk bölümden sonra karakter ve Farah Zeynep Abdullah için bir şeyler söylemek adına henüz erken demiştim ama artık söyleyebilirim. Karakteri de sevmedim, Farah Zeynep Abdullah’ın performansını da. Göründüğü gibi bir karakter olmadığı ve hâlâ açılacak noktaları olduğu için karakter kısmını bir nebze de olsa cepte tutuyorum ama dizide haddinden çok fazla yer kaplıyor.
 
Üstelik Farah Zeynep Abdullah’ın karakteri hiç dönem dizisine uygun bir beden diliyle canlandırdığını düşünmüyorum. Fazlasıyla 2016 model duruyor ve bazı sahnelerde sanki repliklerini unutmuş da doğaçlama yapıyormuş gibi takılarak konuşması oldukça rahatsız ediyor. Şimdiye kadar Muhteşem Yüzyıl’dan gelmiş geçmiş hiçbir oyuncuda görmediğimiz bir durum bu. Nasıl düzeltilir bilemiyorum ama dizinin ağırlığından alıp götüren unsurlardan biri kesinlikle. 4. Murad’la ilgili paragrafta yazdığım gibi iki karakter arasında yaşatılmaya çalışılan aşk hikayesi de hiç inandırıcı değil. Tatsız, zorlama...
 
Dizinin ilk bölümünden sonra Evliya Çelebi ve Hezarfen Ahmet Çelebi’nin sezona renk katacak eğlenceli bir ikili olmuş gibi göründüklerini yazmıştım ama şu ana kadar iki karakterin ve oyuncunun da etkili bir şekilde kullanılamadığını düşünüyorum. Tıpkı haremin mutfak grubunu oluşturan yeni karakterler Lalezar Hatun ve Beynam Ağa gibi sırf komedi unsuru olsun diye araya çeşni niyetine konmuş işlevsiz karakterler gibiler şimdilik. Üstelik Evliya Çelebi’nin bu bölümün başında sarfettiği son derece yakışıksız bir replik de vardı ki yazının başında bahsettiğim dizideki zihniyet değişikliğini bir kere daha gözler önüne serdi.
 
Görevleri gereği payitahttaki kiliseleri tek tek gezmeleri gerektiğini bilmesine rağmen Hezarfen Ahmet Çelebi “kiliseye gitmem gerek” dediğinde “kilise gezdiğin kadar cami gezseydin Rabbim günahlarını affederdi” şeklinde sırf tribünlere oynaması için yazılan son derece şovenist sözler döküldü karakterin ağzından. Osmanlı toprakları dahilinde bulunan Hıristiyan memleketler de dahil olmak üzere sayısız memleketi gezip görecek, kültürlerini tanıyacak ve Seyahatname adlı eserinde hepsini tek tek yazacak olan bir gezginin ağzından döküldüler üstelik. Merakı ve doğası gereği gerçek Evliya Çelebi’nin bu kadar sığ bir insan olabileceğini düşünmek istemem. Ama dizi Evliya Çelebi karakterine her bölümde bu tür muhafazakar söylemleri sarfettirmeyi kendine görev edinmiş gibi görünüyor. 

Mekanına hatun atmış arkadaşını görünce abdesti de kaçıyor, kiliseye gidecek olan birini duyunca "cami gez" diye had de bildiriyor. Komiklikten antipatikliğe jet hızıyla evrildi kendisi. Tarihte palavracı kişiliğiyle de bilinirmiş ama Hezarfen, Papa'nın mektubundaki gizli mesajın ancak üstüne şarap dökülünce okunabileceğini söylediği zaman padişaha yaranmak için "Kafirleeeer" diye bağırmasıyla verdiğim bu diğer iki örnekteki ton benzer değil. Kanuni Sultan Süleyman’a Dante’nin İlahi Komedyası’nı, Machiavelli'nin Prens'ni okutan, Şehzade Cihangir’i Yunan mitolojisindeki Atlas’a benzeten, öldüğü bölümde karakteri Yunan efsanelerine yaraşır bir şiirsellikte ve Yunan heykellerini andıran beyaz bir kıyafetle uğurlamayı düşünerek müthiş incelikte işlere imza atmış olan yapımın geldiği bu nokta son derece sevimsiz maalesef.
 
Mutfak grubu demişken Hacı Ağa için de bir iki kelam etmek isterim. Hakan Şahin’i ve Hacı Ağa’yı sevsem bile dizinin 2. sezonunda neden yer aldığını anlamadım. 1603 yılında orta yaşlı biri olarak hikayeye dahil olmuş bir karakterin aradan 29 yıl geçmesine rağmen hâlâ zerre kadar yaşlanma emaresi göstermemiş olması yeteri kadar inandırıcılıktan uzakken mutfak grubundaki karakterlerle arasında etkili bir iletişim kurulamamış olması da karakteri bu sezonda gereksiz hale getiriyor. Kösem Sultan'la bile adam gibi bir muhataplığı yok. Hadi, Halil Paşa o dönemde de yaşayan tarihi bir kişilik olduğu için Şener Savaş’ın bu sezonda da yer alması anlaşılabilecek bir şey ama hepsi yenilenen kadroda Hacı Ağa’nın ilk günkü gibi ama etkisiz bir şekilde yer alması bence anlamsız bir durum. Aynı işi görecek yeni bir karakter pekâlâ yaratılabilirmiş.

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER