Zirve
Aşk, kalp tarafından hesaplanan yer ve zamandır” der Proust. 

Kendisi aynı zamanda “aşk karşılıklı işkencedir” de der, ama o yıldızlı göklerin dönmeye başladığı, ne zaman dönmeye başladığını kimsenin bilmediği, gök kubbenin altında hayatın acımasızlık, vicdansızlık, haksızlık etmediği yer ve zamanlar da vardır işte... sadece ve sadece aşkın hükmettiği. Ne olursa olsun, galip geldiği. Ne kadar acı üstüne yükselmiş olursa olsun, yenilmediği. En az mutluluklar kadar sağlam acılar da gerektirir zirve esasen. O sebeple zirve, zirvedir zaten. Mutluluğun sabun köpüğü uçuşkanlığının üstünde yükselemez zirve kendi kendine. Mutluluğun narin kanadına tutunup, acıların üstünden ulaşmanız gerekir zirveye. Acılar, karşılıklı işkencelerdir dolduran altını o zirvenin; bir daha kolay kolay dağılıp yıkılmayacağını garanti edercesine. 

Uçurumdan aşağı düşmekten korkan Defne’lere bir zamanlar şöyle demişti Ömer bey’ler: Ya birlikte düşeceksek? Çok düştüler işte birlikte. Çok terk ettiler ve edildiler. Acılar biriktirdiler – ki zirvenin altı dolsun. Aşka şahitlik etmeye oturup kendi uçurumlarımızdan defalarca yuvarlanan bizlere de “Ey aşk sen nelere kadirsin?” dedirttiler her defasında. Aşkın ıstırabını sevmenin kitabını yazmak kolay iş değildi, ama yaptık. Zirve buydu, zirve emekti. 

Zirve ürpertici. Baş döndürücü. Göz kamaştırıcı. Manisa’nın havası kadar temiz ve berrak değil belki gökyüzü, yıldızlar belki biraz daha silik Bademli sahilinin üstündekilere kıyasla, ama daha önce hiç “bizim” denilememiş bir şehir tüm ışıklarıyla artık Defne’nin ve Ömer’in. Bir yakayı ötekine bağlayan Boğaz köprüsü gibi, birbirini usulca selamlayan Galata’yla Kız Kulesi gibi Ömer’le Defne’nin birbirine uzandığı bir İstanbul bu. Yepyeni bir İstanbul. Binlerce şehir ışığının onlara gecenin karanlığında göz kırptığı bir İstanbul. O akşam her zamankinden biraz daha parlak, biraz daha aydınlık olan; farketmeden onların olan bir İstanbul. 

Sana bugün bir tepeden bakıyoruz ey aziz İstanbul! Görmediğimiz, gezmediğimiz, henüz sevemediğimiz çok yerin olsa bile, biliyoruz ki aşkın ömrü gönül tahtına keyfince kurulmaya fazlasıyla yeter. Ve nice revnaklı şehirler görülse de dünyada; o şehirlerin hepsinden terk edilemeyen sevgilinin terk edemeyen elini yüzünde hissetmek için bile dönülür koşa koşa, efsunlu güzellikleri yaratan o aziz yere: yuvaya. Aşk, kalp tarafından hesaplanan yer ve zamandır çünkü. İstanbul’un soğuk, parlak bir kış akşamıdır aşk. Ve artık Yahya Kemal yalnız değildir satırlarında çünkü biz de “yaşamıştır” deriz gönül rahatlığıyla; “en hoş ve uzun rüyada, sende çok yıl yaşayan” ve her bir hayalini gerçekleştireceği o topraklarda, o yıldızların altında, o bulutların üstünde, ilelebet yaşayacak olan...



Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER