Kiralık Aşk: Üç dilek...
Okuyacağınız yazı, bir İrlanda mitleri antolojisi değildir öncelikle. En yüksek ihtimalle her yıl 17 Mart gibi Beyoğlu’nda Irish Pub civarına yolu düşenlerin gözüne çalınmış olabilecek yeşil paltolu küçük kızıl adamlardan da bahsetmeye yeltenmeyecektir, çokça. Cinler periler aleminin en zengini; hatta kimi efsaneye göre hayaller alemi a.ş. kolektif servetinin bekçisi, muhafızı ilan edilegelen bu küçük yaratıklar; aslında konu dışı. Bilinmedik zamanlardan bu yana, gökkuşağının altına sakladıkları küp küp altınlar için peşlerinde koşanın kovalayanın eksik olmadığı rivayet edilen bu minik yeşilli adamlar, olsa olsa metafor olur, gönderme olur.  Ve biz göndermelere ne yaparız? Mine’ye havale ederiz! Mine?! Rezene?

Birer rezene alıp rahatladıysak başlayabiliriz o vakit, şaka bir yana!

Efendim, şaka olan metafor kısmı değil aslında. Efsane diyorsa ki, bir leprikon kendisini yakalayandan kurtulmak için ona üç dilek hakkı sunar; biz de üç ucundan tutabiliriz bu üç dileği pekala! Ama diyebiliriz ki, paragöz servet avcılarına değil, Ömer’e sunsun hayat bu üç dileği. Üstünden muhtemelen bir yıl akmış geçmiş gecenin birinde, neden kaçtığını bilmediğimiz, anlamadığımız, anlayıp anlamayacağımız şüpheli olan, dahası anlayıp anlamamızın şu andan itibaren bir şeyi değiştirip değiştirmeyeceği bile belirsiz olan bir gece yarısının yorumunu varsın biz de böyle yapalım. Hayatın Ömer’e üç dilek sunduğunu varsayalım. O üç dileğe tutunup geldiğini düşünelim Ömer’in, binlerce gecelik acının, binlerce kilometrelik yolun ardından, “Ömer’in Defne”sinin yanına...

Unutmak, affetmek, mutlu olmak. Önce bildiklerini unutmak istemiş ama unutamamış Ömer. Aldatıldığını, kandırıldığını, kendisine yalan söylendiğini. Gözlerinin içine her bakıldığında; doğruyu söylemenin değil, yalanı sürdürmenin tercih edildiğini. Muhtemelen en çok bu koymuş ona, çünkü kendini bildi bileli en büyük doğrusu “doğru” olmakmış. Doğru olduktan sonra gerisinin geldiğine inanmış hep, gerisini fazlaca düşünmeden. Sonra, bir avuç “gerisi” ile yapayalnız kalmış. Gerisini düşünmemenin hata olduğunu anlamak zaman almış. “Her şeyi bilmek için belki de hiç bir şeyi bilmemek gerektiğinden, ademoğullarından bazıları bildikleri her şeyi unutmaya hayatlarını adadı.” diyen İhsan Oktay Anar’ın söz ettiği ademoğullarından biri olmak; yüzlerce gece, karanlık sokaklar, boş şişeler, saçma sapan hayatlar almış. Böyle böyle öğrenmiş unutmayı. Böyle böyle öğrenmiş affetmeyi. Böyle böyle anlamış, mutluluğun unutmakta ve affetmekte olduğunu. 

Ait olduğu diyarlara gün gelip eskisinden de güçlü dönen “Çirkin” kral ile, onu iterken bile hayata çekip bağlayan “Güzel” kızın hikayesi, sayfa sayfa okuduğumuz bitmeyen bir roman aslında. Her bölüm, bu sayfalardan yenisini çeviriyoruz. Hikayenin düğümleri, artık çözüldüğünü sandığımız an bir daha çözülüveriyor. İplerin kördüğümlerinden kurtulurken çıkardığı her bir ses, hayranlık uyandırıcı. Çünkü çoğunu ilk kez duyuyoruz. Misal, “şaka herhalde” nidaları eşliğinde kim bilir kaç Defne-Ömer kavgası izlemiş minnoş gözlerimiz, “şakacıktan” kavga eden Defne’yle Ömer’i görünce sevinç gözyaşlarını zapt etmekte zorlanıyor. O kadar ki, bunun hemen öncesinde Ömer’e sorgusuz sualsiz, daha da önemlisi önyargısız gelip “sen ne karar vermişsen doğrusunu vermişsindir” diyen bir Defne gördüğümüzü bir ihtimal unutuyoruz bile. Sonra bunu hatırlayıp bir tur sevinç gözyaşına daha boğuluyoruz; çünkü ilerlemenin, mesafe kat etmenin karşısında göz yaşına boğulmak Kiralıkçılık sevdasına dahil! Ayrılanlar nasıl hala sevgili, sabreden Kiralıkçı da “şahane an”ların sahibi!

Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER