Kısalar Festivali: Kısanın uzun etkisi

Kısalar Festivali: Kısanın uzun etkisi
Bu yıl ilki gerçekleşen Kısalar Festivali’ne 12-15 Haziran tarihleri arasında DasDas ev sahipliği yaptı. Kısa formda sahne sanatlarına odaklanan festival; kısa oyunlar, atölyeler, paneller ve seyirciyle etkileşimli oturumlarla dört gün boyunca katılımcılara hem üretim hem de izleme deneyimi sundu. Ben festivalde Kosmokrator, Koş ve Kuşbaz oyunlarını izleme fırsatı buldum ve hem festival hem de izlediğim oyunlar hakkında biraz konuşalım istedim.

Kısalar Festivali’nin temelinde kısa form var. Yani anlatının, performansın ya da fikrin uzun uzun, dolaşmadan, doğrudan seyirciyle buluştuğu bir yapıdan söz ediyoruz. Bu açıdan bakıldığında festival sadece bir sahne etkinliği değil; aynı zamanda bir yaratıcı alan, bir düşünme ve ifade biçimi.

Festivalin bu yılki temaları güncel ve toplumsal meseleleri odağına alıyordu: Her Yerde Faşizim, Göç, Teknoloji ve İletişimsizlik, Kent Kültürü ve İnsan, Çevresel Kıyamet. Seçilen temalar, katılımcıların kısa oyunlarını ya da performanslarını oluştururken yönlerini belirledi. Hem içerik hem biçim açısından deneysel işlere açık olan festival, özellikle genç yazarların ve yönetmenlerin sahnede yer bulabildiği, alternatif bir platform sundu.

Program yalnızca sahne performanslarından ibaret değildi. Yazarlarla yapılan söyleşiler, yönetmen ve koreograflarla düzenlenen atölyeler ve yaratıcı yazarlık üzerine yapılan çalışmalar da festivalin önemli parçalarındandı. Seyirciyle yapılan tartışmalar, oyunlardan sonra düşüncenin sahneden salona taşmasına katkı sağlar ve bence bir oyunu veya diziyi, filmi izlemekten daha kıymetli bir şey varsa o da izlenen ve izleyici arasında kurulan bağdır.

Etkinliğin en önemli ve güzel özelliklerinden biri de etkinliğin ücretsiz oluşu bana kalırsa. Çünkü bu tarz ücretsiz veya düşük ücretli katılıma sahip olma durumu festivali sadece sanatçılar için değil, seyirciler için de erişilebilir kılıyor. Gönül ister ki sanat daha erişilebilir olsun ve ben bunları yazmak durumunda bile kalmayayım. Beklediğimden yoğun bir ilgiyle karşılanan festivalin henüz ilk gününün ilk oyunun ilk salonu bile doluydu. Tiyatroyu (maalesef ki burada hala diyeceğim) hala izleyen, izlenmesi için emek veren birilerinin oluşu oldukça iyi hissettirdi.

Daha önce pek çok kısa film festivalinde bulundum ancak bir kısa sahne festivalinde ben de festivalin ilk oluşu gibi ilk kez bulundum. Kısanın etkisi her zaman daha uzun olur. Kısıtlı zaman, anlatımı daha keskin, daha çarpıcı kılar. İzleyiciye bir anda temas eden, kısa sürede çarpan ama uzun süre etkisini sürdüren bir deneyim sunar. Kısa filmler izlerken de hep bunu hissederim; merak duygusunu. Tıpkı güçlü bir kısa film, bir şiir ya da bir aforizma gibi, kısa bir performans da izleyicide kalıcı izler bırakabilir.

İzlenen ortalama 15 dakikalık bir oyun, saatlerce süren bir yapıttan çok daha uzun süre zihinde kalabilir. Her kelime, her hareket, her ses daha fazla anlam taşır. Bu da yaratıcılığı güçlendirir. Tüm bunların yanında günümüzün hızla akan zamanına karşılık, kısa formlar seyirciyle daha doğrudan ve çabuk temas kurmaya yardımcı olur.

Zaman. İzlediğim Koş!!! oyunu tam da bunu anlatıyordu. Nasıl da yalnızca, tüm hayatımız boyunca koştuğumuzu. Koştuğumuzu ancak hiçbir yere tam olarak varamadığımızı. Tek kişilik bir oyun olan Koş, benim de sahnede ilk kez izlediğim Samet Kaan Kuyucu’nun ilk sahne performansıymış. Yaşarken yani koşarken hepimizin içinde olduğu tempoda, yaşadığı içsel sıkıntıların çoğunu oyuncunun yüzünde hatta tüm bedeninde hissettim. Oyunun yazarlığını festivalin bir başka oyunu olan Hemşin’in oyunculuğunu üstlenen Kerem Pilavcı, yönetmenliğini ise Tuğçe Tanış yapmış.

Birbirinden farklı temalarda üç farklı oyun izlediğim için kendimi şanslı hissediyorum. İlk izlediğim oyun ise aynı zamanda festivalin ilk oyunu olan Kosmokrator. Kosmokrator egemen olmak anlamına geliyor. Erkek egemenliği altında yaşadığımız dünyada bir erkeğin dilinden bir kadının bedeninde anlatılan bir oyun. Cinsiyetlerin bu şekilde zıt kullanılması oldukça etkileyiciydi. Anlatıcı erkek bir oyuncu olsaydı daha az etkili bir oyun izlemiş olurduk. Ayrıca bu zıtlığın izleyiciye kim katil, kim maktul sorusunu daha fazla sorgulattığını düşünüyorum. Tek kişilik oyunun hem yazarlığını hem de oyunculuğunu ise ilk kez izleme şansına sahip olduğum Beyza Elçin Işığan yapmış. “Seyirci bu anlatının ortağı değil tanığı.” yazıyor oyunun özetinde, çok da yerinde. Çünkü bir izleyici olarak oyun boyunca anlatılanlara tanıksınız ancak elinizden bir şey yapmak gelmiyor. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi. Ne kadar istesek de hiçbir şey yapamamamız gibi.

Kuşbaz ise izlediğim diğer iki oyundan farklı olarak metafor ağırlıklıydı. Yalnızca iki kuş imgesini izlettiği bir an vardı mesela. Sahne üzerinde içsel hesaplaşmaları, sessizlikleri, kuş imajını metaforik bir merkez haline getirerek kısa formun estetik potansiyelini farklı bir yönde kullandı. Kuşlara ek olarak sahnede ışık ve sesin de fazlasıyla önemi vardı. Oyunun kulağımıza oldukça aşina ancak bir o kadar da yabancı müziklerini Arda Bayram yapmış. Yazan, tasarlayan aynı zamanda oynayan ise ilk defa izlediğim isimlerden biri olan Yusuf Ardıl Zümrüt.

Kısalar Festivali, Türkiye’de sahne sanatları, özellikle de kısa sahne sanatları alanında önemli bir boşluğu dolduruyor. Festivalin kendisi ilk olduğu gibi benim için de birçok ilke ev sahipliği yaptı, eminim festivale hem izleyici hem de sanatçı olarak katılan birçok kişi için de durum aynıdır. İlklerimizin artması, artık ilk olmaması ve daha da güzelleşmesi umuduyla.

Eda Akça
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER