Rüzgar çanları olayına girmek istiyorum. Zaten o kadar çok gösterdiler ki girmemek benim ayıbım olur. Ben nesnelere ya da rüyalara bel bağlayan, inanan biri değilim. Ama bu diziden sonra azıcık olsun metafor işine giriştim galiba. Mesela Uşak Tarhanası diğer insanlar için tarhana iken bunu bir Kiralıkçı'nın yanında telaffuz ederseniz suratta Ömer İplikçi yamuk gülüşü oluştuğunu gözlemleyebilirsiniz. Ve yahut pazı sarması... Pazı sarması yahu! Derin ne anlamı olabilir? Olabiliyormuş, Kiralık Aşk'la öğrendim. Elma, kırılan tuzluk, siyah duvarlar, kahve makinesi, kırmızı kapılar, kırılan fincanlar, fıstık ezmesi, damlalıkla beslenmek, birçok Sezen şarkısı, birçok kitap... Ve son olarak rüzgar çanı... Hadi bakalım yeni metaforumuz hayırlı olsun. Dizi bittiğinde hepimiz kafayı bir miktar kırmış olacağız. Demedi demeyin. ^^ Ama anladığım kadarıyla rüzgar çanı kehaneti Sinan'a çıktı. Ya da kehanet henüz bitmedi mi? Göreceğiz.

Sinan demişken şurada Salih Bademci'den ve diziye kattığı renkten ve dinamikten bahsetmesem olmaz. Bunu nasıl yapıyor bilmiyorum ama bence iki boyutlu kağıttaki replikleri, hal ve durumları üç boyuta taşırken bire bin katıyor. O aksan yapmaya çalışmalar, kendini kaptırıp Ömer'e ''yes ma lord''lar, sonra menemen yerkenki halleri ve daha neler neler... Sinan sen bu dizinin en kocaman detayısın. Allah seni nazarlardan korusun evladım! ^^

Seda karakterine hala alışabilmiş değilim. Karakterde defolar olduğu aşikar. Bir kere özgüven problemi var. Bu daha önceki deneyimlerinden kaynaklı olabilir. Baktığında güçlü bir iş kadını ve de sevgi dolu bir anne. Ama bir yandan da Sinan eve kızının ödevini yapmaya gelecek olduğu halde fazlaca deliye dönen bir kız çocuğu gibi... Yani kontrol elinde olsun ve de her şey mükemmel olsun derken aslında asıl olayın doğallık olduğunu unutan bir kadın gibi geldi bana. Ki fragmanı izlediyseniz stabil bir insan olmadığını da anlarsınız. İnişleri çıkışları olan, ve bu döngüde yanındakini de yoracak bir karaktere benzettim. Haydi bakalım, belki Sinan ona o kadar iyi gelir ki Defne'nin Ömer'i daha iyi bir versiyona çevirdiği gibi Seda 2.0.1 görürüz ileriki bölümlerde. Yine de seni seviyorum Sedoş!

İso ve Ömer iş birliği bana güzel şeyler izleyeceğiz dedirtti. Bu kız kaçırma ilkti ama son olmayacak bence. Bilhassa Ömer'in döndüğü ve de Defne'yle tekrar (aslında tekrar yanlış, onlar hiç ayrılmadı ama) birlikte olduğu ortaya çıktığında DefÖm aşkının yanında duracak güçlü bir karakter. Mahalle grubuna baktığımızda Esra ve İso bizden. Nihan desen Ömer bir gülüş atar, o da bizden. Geriye anneanne ve Serdar kalıyor. Anneanne için Hulusi Dede'yi oyuna sokabiliriz diye düşünüyorum. İki kahve içerler, üç beş eski Türkçe kelimelerle dolu süslü püslü sözler... Bir de Hulusi Bey hayattaki ruh eşini bulmaktan falan muhabbete girerse, oh tamam. Serdar'a gelecek olursak ona ne yapmak düşer ben biliyorum da söyleyemiyorum. Şöyle diyelim o zaman. Nasıl ki Defne ne yapacağını şaşırmış halde ortalarda kafayı yemeye beş kala haliyle dolanırken ruhun duymadı, umrunda olmadı. Yine öyle yap Serdar'cığım. Küçük, tatlı, bireysel hayatında DefÖm aşkındaki vasıfsızlığınla takılmaya devam et. Çünkü sen bu dizinin en beleşçisisin. Seni de sevmiyorum ama Defne'nin de dediği gibi senin sevdiğin birini seviyorsa, gerekiyorsa sevmesen de katlanacaksın. Sana da katlanıyorum işte. O kadar da netim. Sen ki oyun ortaya çıktığında Ömer'e bir şeyleri açıklayabilmek ya da Defne'nin yükünü bir nebze hafifletmek adına bir şey yapmak şöyle dursun bir de Ömer'in adının anılmasını falan yasakladın. Bittin bende. Hadi sağlıcakla! İso yasaklayabilirdi ama sen değil Serdar, sen asla değil!

Pamir'e ayrıntılı girmeyeceğim. Ondan da, sütlü çayını hazırlama merasiminden de nefret ediyorum. Tez vakitte eline biletini verip Alaska'ya falan göndeririz inşallah!

Ama tabii ki yazıyı Pamir'le bitirmeyeceğim. Bizimkilerden biraz daha bahsedeyim de eriyelim iyice. Çok şey yaşadılar, birlikte ve de ayrı ayrı da. Ayrı düştüler ama ayrılmadılar. Yanlışlar yaptılar, istemedikleri şekilde davranmak zorunda kaldılar. Defne kaçtı, Ömer anlam veremedi. Defne geldi, gitti, bir daha geldi. Ya da gelmedi de gitmedi de, öyle havada asılı kaldılar. Ömer bekledi, sabretti. Aslında Ömer hep sevdi. Güvenmediğini söylerken de sevdi, Defne'sini bırakıp İtalya'ya giderken de sevdi hatta tam da orada o kadar çok sevdi ki o yüzden gitti. Cam fanusunu kırarken de en çok Defne'sini sevdi. Çizim yaparken, Sevil Berberi dinlerken, Albertine Kayıp okurken... Defne de sevdi. Gösteremedi belki çoğu zaman. Çünkü korktu. Bazen birlikte sevdiler birbirlerini. Ömer'in koltuğunda sıkış tepiş uzanıp da ''Biz ne zaman böyle uyanacağız Defne?'' derken çok sevdiler mesela. Ya da Ömer'e hazırladığı akşam yemeğini götürürken ''Nerede senin güzel yüzün...'' diyen Defne deli gibi sevdi. Aynı bölümün son sahnesinde gittiğini sandığı Defne'yi bahçede çiçeklerle uğraşırken bulunca daha da çok sevdi. Çok zor zamanlar yaşadılar ama belki de şimdi bu kadar çok sevmelerini o zamanlara borçlular. Şimdi özgürsünüz canım çiftim. Henüz Pamir'in gerçek yüzünü görmemiş olan Defne ve yaklaşmakta olan Topal engelini bilmeyen Ömer özgür. Bundan sonra neler olur hiçbir fikrim yok. Aslında çok var da hangisi olur onu bilemiyorum. Büyük ihtimalle hiçbiri olmaz, önümüze bambaşka bir şey gelir. En sevdiğim...^^

Görüşmek üzere Kiralıkçılar...

Özgürce sevdiğiniz ve sevildiğiniz günleriniz olsun ^^
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER