Neden bu kadar geriden başladım? Çünkü aslında hikaye buradan da geride, sahilde bir bankın tepesinde başlıyor. Mecbur kaldığı bir ‘oyun’, en fazla Güzel ile Çirkin olacağını düşündüğü bir ‘masal’, avuçlarının içinde birden gerçeğe –hayatının en sert, en yakıcı ama aynı anda en büyük mutluluğu da olan gerçeğine– dönüşüveren bir kızdan başlıyor. Haşmetli kalesinin buzdan duvarları, kızıl bir güneş karşısında günden güne eriyen, yakında da olsa uzakta da olsa doğru olmaktan, kızın koruyucu meleği olmaktan asla vazgeçmeyen, aşkıyla daha da büyümüş bir kraldan başlıyor.

Mutluluk böyledir işte. Usul usul sızar kalbinden, varlığını üfler kulağına, ne ara işgal edildiğini anlamazsın bile... Evet Pamir, tarif senden geliyor, ve senin –sana bizim buralarda normal şartlarda pek uğramayan- trajedin de; yapmayı kafaya koyduğun şeyin bir başka aşkın hikayesinin ta kendisi olması... Mutluluğu kırık bir kalbin üstüne hunharca boca etmek yerine varlığıyla, ruhuyla, geri getirdiği ahengiyle Defne’nin aklına ve kalbine usul usul sızan Ömer’de gizli, senin anlattığın şey. Ve işin daha da trajik yanı, kızın kralın aşkına kapılarını aralayan, mutluluğa çektiği barajın duvarlarını çatlatan şeyin de senin ona, krala indirilen darbenin aynısını indirmiş olman... trajik değil mi sence de? Bu hikayedeki rolünün neden çıban başı değil de gaz pedalı olduğunu anlıyorum senin. Seda’nın ağlama duvarı / aşk doktoru (kabul edelim biraz öyle!), lise gezisi şamatalarından hallice otel odası kargaşalarının gizli mimarı vasıfların benim gözlerimin önünde tabak gibi ortada, o yüzden bence sadece o mesafede kalman uygundur aslında paşazadem, gerisi senin için “biraz sıcak oluyor” çünkü, “klimayı açalım.” 

Ve fakat Sir Marden, ‘sir’lükten nasibini sadece kas-göz (kaş değil kas, imla hatası sanmayın) hayranı Stil kızlarının dilinde aldığından olsa gerek; bir kralın asla yapmayacağını bir kere daha yaparak Ömer’in döndüğünü söylemeyi üstüne vazife sanabiliyor. Varsın sarsın. O kral, o sir’in yaptığını asla yapmadığı ve yapmayacağı için kral zaten. Oyun çirkinleştiğinde bile asla çirkinleşmeye tenezzül etmediği; saygısını, mesafesini -çoğu zaman en sevdiklerinin “dimdik duvarlar” olarak görmeleri pahasına da olsa- bozmadığı için.  

Dimdik duvarlar, asla yıkılmayan, çizilmeyen, ucundan bir parçası koparılamayan, sert mi sert, uzak mı uzak Ömer İplikçi... Belki, belki sonunda anlaşıldın artık sen de, he? Anlaşılmak için bir über-mensch olduğunu göstermek zorunda kalman, bir neslin ütopya algılarını uzunca bir süre düzelemeyecek şekilde sarsman, ne Pamir’in ne de itiraf edelim herhangi bir rakibin sana vermeyeceği bir fırsatı ona vermen, bir dostun rolünden bile çalmayacak kadar yüce gönüllü olman, korumaya çalıştığın insanın üzerine gitmeden ona sormak istediği tüm hesapları kendi sorabilmesi için zaman tanıman, doğru olduğunu bildiğin yerde, sadece doğru olduğunu bildiğinden güç alarak durman lazım geldi, ama olsundu, biz idare ederiz. (EMİN DEĞİLİM!)

Defne de eder. Biraz aklı karıncalanır, kulağından kalbine doğru akan sıcaklık içini yakar, boğazını kurutur, dilini damağına yapıştırır, avuçlarının içini terletir... ama idare eder bence. Çünkü karışan akıllardan, kesilen nefeslerden, bağı çözülen dizlerden şikayetçi olma vakti geçmiştir artık; çünkü “geç de olsa anlamıştır kız kralı.”


Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER