Istırabınız kaç gram?
Aşk, ahenk, ruh birliği… Kaybetmeye değmezdi. 

Değmezdi, evet. Hâlâ da değmez. Aşkın, ahengin, ruh birliğinin bir parça da olsa gerçeklikle bir bağı varsa, asla değmez zaten. Misal; mutluyken sevincimizi katlasın, dertliyken hüznümüzü dağıtsın diye ekran başına oturuyorsak bunun aşkla bir ilgisi olmalı. Bir yudum pazı sarmasının tadını kendi damaklarımıza kadar hissedebiliyorsak, bunun adı biraz da ahenk. Tuvale atılan turuncu bir fırça darbesi içimizdeki karanlığa ışık yakabiliyorsa, bu ruh birliği değil de ne?  Kaybetmemeliyiz o yüzden. Kaybetmeyelim. 

Bazen anlamıyorum, matmazel. En çok da anladığımı sandığım şeyleri yanlış anlama hissi bozuyor beni. Furyaya uyup, arada kalıyorum. Bildiklerimle gördüklerim birbirlerine gözlerini büyüte büyüte bağırıp çağırıyor; ortamda buldukları efendime söyleyeyim çay kaşığı, sandalye, kahve makinası vb. eşyaları ittirtip kaktırıyorlar. Bir Şükrü’m de yok ki aklımın kırık dökük parçalarını toplasın arkamdan.

Anlamadığım şeyler de bir tuhaf benim. Öyle ulu orta sergiye çıkarılmış gibi duran, “gel, ben anlam verilmemek için yaratılmışım” diyen demirbaş parçalarla da yetindiğim görülmüyor; çünkü kafada dört dönen tilkiler, çünkü serde insana rahat vermeyen Başak’lık...

Mesela, “o gömleği bir daha giyeceksin” diyen Defne’yi Ömer’in oradan bir salise içinde neden elinden tutup götürmediğini anlamayarak başlıyorum mesaiye; çünkü o hareketin gerektirdiği tam olarak “yürü gidiyoruz”dur benim gözümde. “Haki gömlek mi istiyorsun? Hay hay, derhal!”dir mesela. Sadece benim gözümde de değil, Ömer’in gözünde de böyledir diye arttırırım hatta, çünkü (severiz-sevmeyiz; biliyorum ki skala tam olarak bu kadar geniş) Ömer odur. Sevdiği kadını elinden tutar, çeker, götürür. Çekip götürmez mi bu Ömer? Peki. Ya elinden neden tutmaz? 1 yılı aşkın süredir birbirinden uzak kalmış ve sonunda aşka “yenilmiş” insanların duruşu bu mudur gerçekten? Sadece birbirlerine bakarlar mı? Kimse kimsenin yanağına bir buse de mi kondurmak istemez? Görünmez bir mıknatıs o elleri çekmez mi bir noktada birbirine? Nasıl çekmez, ben anlamıyorum gerçekten. 

Bakınız, davette uzaktan birbirini süzmelerinden; o eski tanışımız “rüzgara kapılıp havalanmak” hissinin kulaklarını çevrede dönen envai çeşit sese tıkamasından filan ziyadesiyle hoşnutum, birbirlerine yaptıkları kaş göz işaretlerine bayılıyorum hatta. (O kaş göz’lerin “hadi kaçıyoruz buradan”a bağlanmamasının bünyemde yarattığı hayal kırıklığından bahsedip Küçük Emrah’a bağlamak istemiyorum çünkü bkz: bugün için yakışıksız benzetme). Ve fakat neden bu uzaklık? Özlem dediğimiz, bu kadar ket vurulabilir bir duygu mudur gerçekten? 

Özledim diye mesaj atıp, bizi itinalı seçim sürecine her zaman olduğu gibi dahil ettiği janti takımını üzerine geçirip soluğu İso’nun dükkanında alan Ömer’i bağlar mısınız bana? Ömer’cim, senin haklılığından önce konuşmamız gereken bir konu var, adı lazım değil baş harfi “neden?” Neden Ömer? Senin haki gömlek ya da herhangi bir haki renk giyip soluğu Defne’nin yanında alman daha normal değil mi? İso’yu daha mı çok özledin Ömer :(

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER