Ne yazık ki hayat, Defne'nin hayal ettiği kadar masum değil. Masallara inanmaya devam eden çocuklar olsak bile hayat bu kadar kolay değil. Hiç kimse bize kural koyamaz, neyin doğru olduğunu gösteremez ve yön veremez. Doğru ya da yanlış diye bir şey yoktur aşkta, hisler vardır sadece. Aşk her zaman gelmez insanın başına. Nefesin kesilmesi, kalbin teklemesi pahasına aşktan kaçamaz insan. Çünkü Defne'nin, Ömer'i gördüğünde hızlıca çarpan kalbi, Ömer'i görmediğinde duruyor. Çünkü mesele, karşımızdaki insanla alakalı değil, içimizdeki fırtınayla alakalıdır.
Sanılanın aksine, aşk bir oyun değildir. Kazananı, kaybedeni ve kuralları yoktur. Kim, hangi kuralı koyarsa koysun, aşk bu kuralların hepsine kafa tutar ve bozar. Çünkü aşk biraz da "olanı biteni asla kestiremeyecek olma hâli" değil midir?
Ömer'in ve Defne'nin koydukları kuralları şöyle bir irdelemeye kalksam, görüyorum ki ikisinin de ilişkiden beklentileri açıkça anlaşılıyor.
Ömer, Defne'nin, her daim yanıbaşında durmasını istiyor, başkasıyla beraber çalışmasına tahammül edemiyor. Defne ise haklı olarak, nerede çalışacağının kararını başkasının vermesini istemiyor.
Ömer, Defne'nin geçmişte olanları unutmasını ve bugüne taşımamasını istiyor. Defne ise bazen nefes alabilmek istiyor. Ömer'in dayatmaları, emrivakileri ve ısrarlarıyla bir ömür geçirmek istemiyor. Bir problem anında, yaşananları kafasında bir yerlere koymaya kaçan Ömer'ler gibi, Defne de bazen nefes alabilmek istiyor.
Ve Ömer, Defne'yle artık sevgili olmak istiyor. Defne'nin istediği de farksız değil aslında. Haki renk gömlek giyen Ömer'i görmek istiyor. Çünkü sübliminal mesajlarda bu hafta köşesinde, elmayı gördü. Nasıl istemesin?
Boşverin siz onların birbirlerine koydukları ama benim muhakkak bozulacağına emin olduğum kuralları. Ben elma yiyen Defne ve Ömer'leri değil, elma ağacı büyüten Defne ve Ömer'leri görmek istiyorum. Yaşlarının ve yaşadıklarının hakkıyla, -gerçekten- bir şeyler yaşayabilsinler istiyorum. Nefesimizi kesen anlar... Ömer'in de dediği gibi, "Bazen tek bir an, bütün bir ömrü unutturur insana. Bazen de ömür yetmez, o bir tek muhteşem anı unutmaya." Nedir Defne ve Ömer'in muhteşem anı? Herkese göre, hatta Defne'ye ve Ömer'e göre bile değişebilir bu sorunun cevabı. Defne ve Ömer birbirleri yokken, dipteler, endişeliler ve kaybolmuş hissediyorlar. Ne yaptıklarından, nereye gideceklerinden bihaberler. Defne'nin rotası Ömer. Ömer'in rotası Defne. Ve birlikteyken de rotasızlar aslında. Hızlı giden bir aracın içinde, uçurumun kenarında yaşıyorlar ama zaten tüm mesele de o. Tüm rotasızlık, şahane bir an'a evriliyor, aşk olduğunda.
Aşkta doğrunun ya da yanlışın olmadığı gibi, kazanmak ya da kaybetmek de yoktur işte. Sonu mutlu biten bir aşk hikayesi bile sarsıcıdır. Çünkü adı üstünde, bitmiştir en nihayetinde. Muhakkak ki yeniliriz hayatta, bir zaman, bir şeylere. Her şeyin yolunda gittiği, mutlu bir aşkı, kimse bozamasa, hayat ölüm gerçeğiyle bozabilir. Her zaman ayakta kalmak diye bir şey yoktur. Düştükçe, kalkmak bakidir. Kazançlar yanına kâr, kayıplar birer anı olarak kalır. Ve her gün sonlanırken yavaştan, ölü bir güne dönüşür. Dönüşmek zorundadır. Geçen zamana müdahale edebilmek, yitip giden bir kimseyi hayata döndürmek kadar imkansızdır.
"Hayat bugünden ibaret değildir hiçbir zaman; ben bunu çok küçük yaşta anladım. Yaşadığım acının en büyük acı, mutluluğunsa en büyük mutluluk olmadığını. Yaşarken farkında değiliz belki evet, ama içimize işleyen bütün o anlar, kişisel tarihimizin bir parçası oluyor.İşte bizi biz yapan, şimdi belki buruk bir tebessümle andığımız o hatıralar aslında. Geçmiş acıtarak, büyüterek geleceğe hazırlar bizi." demişti, günün birinde Ömer İplikçi. Gördüğü rüya da tam olarak buydu.
Yine sendelemişti, aydınlık tarafı, -Defne'si- yoktu yanında ve onu bu karanlığa iten herkesi tek tek görüyor, çamura bulaşıyordu istemeden. Kaçmıyordu bu sefer ama korkularının üzerine gidecek gücü de bulamıyordu kendine. Düşmemişti belki ama ayakta da duramıyordu. Tüm cinlerin önünden geçerken bir bir, aşka -Defne'sine- rastladı. Yolu, aklı, fikri, beyni, zihni aydınlandı ve ikinci şans! Dört yapraklı yonca.
Bir çift ayakkabı defalarca kere, Defne ve Ömer'in hayatını değiştirebilir.
Her bir yaprağı farklı anlamlara gelir yoncanın. İnanç, umut, aşk ve şans. Bana kalırsa, "Defne ve Ömer" olabilmek için bunların hepsine ihtiyaç vardır. Aşk baki. İlk tutulmanın gerçekleştiği andan beri aşk baki. Sonra umut edebilmek lazım. Umudunu kaybetmezse insan, gerisi gelir. Sonra yürekten, çok derinden inanmak lazım. Ve şans... Her şeye rağmen, ikinci bir şansı vermek gerekir. Çünkü dört yapraklı yoncaya rastlamak en büyük şanstır aslında. Ve dört yapraklı yoncaya rastlamak kadar zordur aşkı yakalayabilmek bu dünyada. "Her 160.000 üç yapraklı yoncaya karşılık sadece 1 tane dört yapraklı yonca bulabilirsiniz." derler ya hani, her gün sokakta gördüğümüz binlerce kişiden yalnızca birisi kalbimizin tek gerçek sahibidir.
Ne demişti Ömer İplikçi? "Kökleri geçmişte olan bir gelecek, sahip olduklarımla olamadıklarımla. Geçmişle, bugünle, sonrasıyla. En önemlisi herşeye rağmen peşini bırakmadığım hayallerimle, burdayım..." Gördüğü rüyadan uyandığında ayağa kalktı Ömer, yine de bir parça eksikti. Defne'sizdi hâlâ ve her şeye rağmen peşini bırakmıyordu aşkının. Öyle ya da böyle, Defne'de üzerindeki ölü toprağını attı -silkelendiğine inanmak istiyor dahası bunu umut ediyorum- ve Ömer'e geldi.
Şimdi, Defne ve Ömer'in aşklarını yaşama zamanıdır benim için Kiralık Aşk. Artık, hadi.
Umutla, inançla, aşkla ve şansla.