Ama işte uçurumdan
aşağı atlarken sırtındaki o yük ve geçmişten kalan terk edilme korkusu sürekli
seni yeniden ve yeniden ölmenin eşiğine getirir. Hani lunaparkta bir oyun
vardır kafasını yaşadığı delikten çıkaran hayvanların olduğu. Oyunun amacı bu
hayvanlar dışarı çıkmaya başladığı an, çıkmasını engellemek adına çekiçle geri
ait oldukları yere sokmaktır. İşte Defne’nin de yaşadığı her zaman bu oldu. Ne
zaman kendini nefesini kesen anlara bıraksa bir anda birileri ona ait olduğu
asıl yeri gösterdi. Bazen sözleriyle, bazen hareketleriyle... Her uçmaya
başladığında küçük kuş, kendini kırık kanatlarıyla yerde buldu. O korku ve
nefes darlığı ise her düştüğünde onun benliğinden bir parça kopardı. Alışık
değildi böyle karmaşık ve savaş dolu bir hayat yaşamaya. Bu nedenle düştüğü
yerden sürekli “Sonuçta sürekli diken
üstünde durmak zorunda değiliz. Rahatlık da önemli. Rahatlık, güvenlik falan…
Biraz durulmak, en azından rahat bir nefes almak istiyorum.” diye
serzenişlerde bulundu.

Ancak aşk böyle
bir şeydi. Huzurlu hayatlarda nefes keserden, karmakarışık karanlık hayatlarda
ise etrafını aydınlatıyordu. Herkeste anlamı ve etkileri bambaşkaydı. Aynı aşka
düşen iki kişide bile... Bir taraf panik atak geçirirken diğer taraf ise aşkını
“Aramızda çok başka bir şey var, bana
hayatta başka bir şey düşündürmeyen, aklımı başımdan alan, bana derin derin
nefes aldıran bir şey... Defne artık benim içim.” diyerek anlatıyordu. Ne
kadar tezat değil mi? Aynı aşkı yaşayan iki insanın yaşadıkları... Aşık
olduğunda nefes alamayan genç kız ile aşık olduğundan o kız sayesinde hayatında
ilk defa derin derin nefes alabilen bu kralın hikayesinde zaten hiçbir yol
dümdüz gitmemişti ki... Ama her yaşananın bir anlamı, götürdüğü bir yol vardı.
Kral da yıllar geçtikten sonra “Kendimi
en huzurlu, rahat hissettiğim yer senin olduğun yer. Sen benim hayatımın
aydınlık tarafısın, huzur veren tarafısın, hep kaçıp saklanmak istediğim
yersin, bana iyi gelen.” ya da “Ben
aşık olduğumda daha iyi bir insan oluyorum. Senin yanındayken kafam daha iyi
çalışıyor, daha sakin oluyorum, daha üretken, ehlileşiyorum, bütün kötü
alışkanlıklarımdan vazgeçiyorum, her şey daha güzel görünüyor gözüme.”
diyebilmek adına kendine göre çok yollar kat etmişti. O da kendi içinde bu aşk
ve ondaki etkileriyle bir savaş vermişti.
Örneğin, “Evet, güvenmiyorum” deyip gitmişti.
Ancak geçen zaman ve yalnızlık hayatta aşkın güven hissinden daha önemli
olduğunu göstermişti. Gecenin karanlığında genç kızı terk ederek hiç olmadığı
kadar kendini güvenli hissedeceğini düşünürken, sadece birkaç gün sonra “Peki, şimdi güvende misin? Kendini daha iyi
mi hissediyorsun?” sorusuna “Değilim
tabi ki. Hiç bir şekilde değilim. Hiç değilim. Hiç… İnsan nasıl da birine
bağımlı hale geliyor. Nuh gibi çakıyorsun aklına, açıyorsun avucunu koyuyorsun
kalbini içine, sonra ne yaparsa yapsın ellerindesin.” cevap verirken
buluyordu kendisini. Ve bir seçim yapması gerekmişti. Aşk mi? Yoksa güvende bir
hayat mı? Cevabı belliydi her şeye rağmen aşkı yaşamak, sevdiğiyle olabilmek
birine koşulsuz güvenmekten daha önemliydi. Eğer aşıksan “Güvenmek istiyorum” diyebilmek gerekiyordu. Arka arkaya sürekli
güven sorunu yaşamana neden olacak olaylar olsa bile... Her seferinde yine de
gururuna yenik düşüp kaçıp gitsen bile dönüp dolaşıp geldiğin yer yine o aşk
oluyordu. Çünkü gerçeğin ta kendisi kralın “Tek
bir hata... Hatalıyım ben, ben aşk ve gurur arasında bir tercih yaptım. Gururu
seçtim. Aşkı seçmeliymişim. Kaybetmemeliymişim onu.” sözlerinde gizliydi.
Ve bu sözlerin ardından tüm ihtişamıyla ülkesine, tahtına geri dönmüştü. Çünkü
Paulo Coelho’nun da dediği gibi “Hayat
bazen insanları birbirinin değerini daha iyi anlasınlar diye ayırır”. Bazen
yaşanan acılar, gelecekteki bir mutluluk içindir. Tıpkı her seferinde derin
yaralar bırakan ayrılıklar gibi... Bu ayrılık da kralın yaraları hiç olmadığı
kadar onarmış ve nerede durmak istediğini iyice netleştirmesini sağlamıştı.
Ayrılık...
Bazılarını onarırken bazılarını ise daha da yaralardı. Kralın haklı gidişinin
ardından arkasından bıraktığı genç kız ise aradan geçen bir yıla rağmen hala
nefes almakta zorluk çekiyordu. Belki de yeni yeni nefes almayı öğrenmişti bir
karanlığın içerisinde sevdiği adamın gözleriyle gözleri buluştuğu anlarda. Tam “Artık dönmeyecek, onsuz bir hayat kurup
yoluma devam etmeliyim” dediği bir anda kral geri dönmüştü. Ve beraberinde yaşanan
kafa karışıklığı, şaşkınlık derken yeniden başlar sağlıklı düşünememe evresi ve
kesilen nefesler. Korkuyordu genç kız, hem de deli gibi... Derin nefes almayı
hatırladığı günlerde yeniden panik ataklar geçirmeye başlamıştı. Farkında değil
hikayelerinin aslında en güzel ve heyecan dolu bölümünde olduklarının. Sadece
korkuyordu ve yaşadığı korku tüm düşünce yapısını yerle bir etmişti.
İstemiyordu nefesini kesen anlar yaşamak. Ama bilmiyordu işte ne kadar kendini
koruma altına alırsan al, hayatın ta kendisi bir maceraydı.

Daha önce bir
kere genç kız konfor aradığında kral “Hayat
aldığımız nefeslerle değil, nefesimizi kesen anlarla ölçülür. Diken üstünde
yaşayacaksın tabi her an uçurumun kenarında, kontrol edemeyeceğin kadar hızlı
giden bir aracın içerisinde korkarak, heyecanlanarak, titreyerek, yaşadığını
hissederek, soluksuz kalmak yani, iyidir!” sözleriyle ne de güzel
anlatmıştı hayatın anlamını. Ancak o anda daha gidecekleri upuzun ve engebeli
bir yol vardı önlerinde, nefesini kesen anların yeniden acı ayrılıkları
beraberinde getireceği... Ancak yaşanacak en büyük acılar yaşanmış,
ayrılıkların en uzunu arkada bırakılmıştı. Artık kral ne istediğini çok iyi
biliyordu. Belki biraz sinirliydi ve netti ama sonuçta genç kızın da “Tüm sertliğine rağmen bir yandan da çok
adaletlisin, yumuşacık. Seninleyken benim ayaklarım yerden kesiliyor, nereye
savrulacağımı bilmiyorum.” açıklamasıyla dile getirdiği gibi sıcacık bir
kalbe sahipti. Üstelik artık yaşananlarla birlikte hayat konusunda daha
bilgiliydi:
“Yaşamak da basitçe bu değil mi aslında? Tamam her
şeye hakim olamayız ama bir tane ömrümüz var. Sonunda ne olursa olsun
yaşayabiliriz. Savruluruz birlikte, uçarız. Nefesimiz kesilir. Heyecanlanırız.”
Daha önce dediğim
gibi bazen tüm bunlara anlamak için bazen ayrılıklar gerekiyordu. Kral kendine
düşen ayrılığı yaşamıştı. Onun taşları yerine koyması için bir yıla ihtiyacı
vardı, genç kızın ise belki de onsuz geçireceği sadece üç gün... Bu nedenle
bazı zamanlarda yapılan isyanlar çok yerindedir. Kralın, genç kızın “Nefes almak istiyorum ama sen çevremdeyken
etrafımdayken olmuyor. Kalbim sıkışıyor, nefes alamıyorum.” sözlerine karşı “Benden bu kadar o zaman Defne! Bundan
sonra sen istemediğin sürece beni görmeyeceksin, biraz kafanı toparla rahatla!”
cevabında olduğu gibi.