● Bitişik statlarda alabildiğine klişe bir hikayeleri olsa da hala çok severek izleten Seda Sinan ikilisi ile, bu hafta itibariyle kadına yönelik şiddet teması çerçevesinde tek bilek olan mahalle hikayesi var. Asla yanlış anlaşılmasın, milyonlarca insana ulaşan böyle bir mecrada hatırı sayılır kadar kalın bir kalemle bu “kadına değil, insana el kalkmaz” gibi bu denli doğru ve yerinde mesajların altının çizilmesinin önünde saygı ile eğilirim, eğiliyorum da, fakat toplumsal açıdan muazzam noktalara parmak basan mahalle kesiti, benim nezdimde kreatif bir seçim olarak aynı bağlılık duygusunu bir türlü yaratmadı, yaratamıyor.
● Defne’nin Pamir’le Passionis’in partisine gitme serüvenine ne tarafından baksam başka bir şey görüyorum, çünkü içinde sahiden yok yok. Bir kere Pamir’in kendi oyunun maskarası olup çıkması var ki o zaten işin kaymaklı ekmek kadayıfı, tatlı niyetine sonunda yiyoruz. Diğer tarafta ise şahsına münhasırlıkta master degree yapan bir Defne’miz var ki siz de sorun, ben de söyleyeyim. Passionis’in partisine davetli olduğunu öğrendiği Pamir’in odasındaki Defne’nin yaptığını bir fırsattan istifade, bir kendi oyununu kurma hamlesi olarak değerlendirecek oluyorum; bir bakmışım elimde bir adet avucunda istediği herhangi bir yere gidiş için “açık çek” bulan ama bunu parti için kullanmayı ilk anda aklına getiremeyen Defne var! Bu durum Defne’nin hesapsız-kitapsız, art niyetsiz ve alabildiğinde de iyi niyetli oluşuyla açıklanabilir sadece. Adam masasında davetiye, “senin istediğin bir yere gideceğiz, borçluyum sana” diyor ama sen zaten gitmek için yanıp tutuştuğun partiye nasıl yanlayabileceğini bulmak için dudaklarının içini yiyorsun. Tam olarak fırsatçı, pragmatik, kurnaz ve oyunbaz olmanın uzağından yakınından geçmeyen, saf ve art niyetsiz Defne... Defne işte! Ve unutmayalım. Aslında onu tam da bu sebeple seviyoruz. Hem biz, hem Ömer.
● Bu Defne’ye karşılık elimizde birer adet de aşkta ve savaşta her yolun mubah olduğunu söylemelere doyamayan Pamir ile ona kendi oyununda tur bindirmeye başlayan Ömer’imiz var, nasıl alırsınız, burada mı paket mi olsun? Kendisine tercihi sorulacak bir binanın gerçekten var olması bir kenara; Ömer’in serbest piyasa koşulları altında boş bulunan bir binaya teklif vermeyi “etik meselesini umursamadığımız hal” olarak nitelemesini azıcık da olsa yadırgamadım değil. Ömer, allahın masif ahşabına kazıdığın ayakkabıyı hatırlayana kadar da neredeyse batıyordun, bir senelik “deli ressam” arası iş adamı reseptörlerini biraz fazla mı bozdu mu naaptı? Binaya teklif vermek etik dışı değil, binaya sormamak öyle olabilir belki... Şükür ki, onu da yapıyorsun zaten artık, sorun yok.
● Defne’ye kurallar koyan Ömer’in meğerse “biri beni kontrol etsin” diyen Defne’si bulunuyormuş a dostlar! Ömer bir süredir pek sevdiği emir kiplerine, spor olsun diye ipe boncuk dizer gibi kural dizmiyormuş meğer! Kurallar sadece kırmak için değil, bazen de boyunduruklarına sığınmak için vardır. Ve her “beni kontrol et” çığlığı “beni ancak ben kontrol ederim” isyanına çıkar. Mahrum bırakma ve mahrum kalma, en temel öğretme ve öğrenme şeklidir; çünkü ancak belli bir mesafe uzaklaşınca hedefine odaklanabilir insan. Çok yakından bakınca flu kalmaya mahkumdur, aslında gerçekte çok net olan pek çok şey. Tıpkı Ömer’in üzerinden elini, yüzünden nefesini bir türlü çekmediği için Defne’nin kendisindeki uyanışı bir türlü tam olarak algılayıp kabullenememesi gibi. Ama aynı nefes, aynı temas; o uyanışı tetikleyen şeyin ta kendisindir de öte yandan... Aynen her şeyin başı olan bir öpücüğün, seneler sonra yeniden her şeyin başı olması gibi.. Bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle, mukavemet edilemezcesine istediğiniz şey... Aşk.
Yazı devam ediyor...