Defne ve Ömer'in oldukları hâlde olmamak için diretmelerine üzüleceğime, İso'yla bilinmezliğe kadar yolculuğa çıkıp, Turgut Uyar'ın 'Sevgim acıyor'unu dinleyebilirim. Kerem Fırtına'nın her bir ses teline sağlık, bölümün en can alıcı ve akılda kalıcı sahnesine hayat verdiği için. İso'ya hâlâ bir tarafım kızgın olabilir ama Ömer'i paramparça görünce dayanamayan Defne gibi hissettiğim için barıştım gitti. Aşık olmaya başladığı kadının evli olduğunu öğrendiği zamanki hissettikleriyle empati yapamam belki. Ama şunu biliyorum ki, "Cevdet benim kocam." cümlesi, Kiralık Aşk'taki tüm cümlelerin ve acıların üstünde olabilir.
İso'nun yapamadığı kurlarına karşı boş olmayan, badem ezmesini bile onunla paylaşan Ayşegül'ün, hislerini anladığı an böyle bir duvar örmesinin yarattığı etki, kaç şiddetindeki depremle eş değer, kestiremiyorum. İso, "Hiç mi gülmeyeceğiz, hiç mi gün yüzü görmeyeceğiz?" diye dövme yaptırsa yeridir. "Sen napıyon be kanka?" diye sormam yani. Sevdiği kız, Serdar'a aşık çıktı. Akabinde sevdiği kadın, İso'nun kalbini parçalayıp, akşamında da Sinan'la öpüştü. İso'ya, Yasemin'in gelin ayakkabısını yaptırdılar. Şimdi de mahallenin çocuklarından -sahiplerinden-, oyun alanını çalmaya çalışan muhtemel işe yaramaz bir adam, sevdiği kadının kocası çıktı. Bakın bu dramı Ali Rıza Bey yaşamış mıdır emin olamıyorum. İso'nun bu durumu Serdar'a, Nihan'a anlatamayacak kadar gururuna yedirememesi eşliğinde gelen dizelerle ben bittim sanırım. Ciğerinden zaten yanan bir insanın uzak durması gereken bazı şeyler vardır, şekil 1 a olarak karşıladı beni. İso'ya çok üzülüyorum ve tüm bu sahnelerin hakkını fazlasıyla veren Kerem Fırtına'ya da teşekkürlerimi iletiyorum. Acısını, yüreğimde hissettiriyor.
Böylece, Defne ve Ömer'in konuşmamak için direnmelerine karşı söyleyecek tüm sözlerim tükeniyor. Dram mı atacaksınız üzerimize? Peki. O zaman şöyle yapsak, İso ve Ömer bir şekilde yollarını kesiştirip otursalar rakı sofrasına dökseler zehirlerini mesela? Ya da Defne ve Ömer oturup, sabahlara kadar ağlayarak acılarını anlatsalar birbirlerine mesela? Çünkü Ömer'in yemek yiyip yememesinden daha önemli meseleler var Kiralık Aşk'ta.
Ömer'e destek olmak için peşine takılıp evine giden tatlı Defne ve "Burada ne işim var benim?" muamması yaşayan tatsız Defne aynı kişi mi? Ben çözemiyorum. Ömer'in yemek söylemesi üzerine, "Bana ne yiyeceğimi sormadın!" diye atarlanan Defne'yi tanıyamıyorum. Her şeyi dile getirmenin bir usulü vardır. Necmi'nin eve getirdiği onlarca hukukçu ve golfçüyü de selamlayıp bir şey sormak istiyorum, Passionis daha evvel defalarca batarken neredeydiler? Ömer, Bioğciğno için tasarladığı ayakkabıyı, Defne çaldı zannederken, "Eser hırsızlığı kanıtlanamaz." demiyor muydu? O zaman çizimin ilk tarihini dijitalde aramak mümkün mü değildi? Yıl kaçtı o zamanlar, 1918 mi?
Ne kahve makinasıymış Ömer'in de kullandığı, bunca zamana uzay üssü inşaa edilip getirilirdi, bu ayrıntıyı geçiyorum. Kenar süsü edasıyla, koltukta oturmuş onlarca adamı dinlemek, pardon varlığıyla Ömer'e iyi gelmek görevini hakkıyla gerçekleştiren Defne'ye de selam olsun. Hazır bu kadar kalabalıkken, Ömer'in 15 kişilik yemek masasını bi' kullansaydınız keşke. Çünkü, bir daha bu kadar çok insan o eve doluşmayacaktır, masanın da bir görevi olmuş olurdu.
Defne'nin Ömer'e yine de destek, hep tam destek olabilmek adına, ertesi gün bir koşu yanına gitmeye çalışması da gözlerimi yaşarttı ama akamadan kurudular. Ömer, Defne'nin gözünün önünde olmasına kafayı takmış bir şekilde. O kadar adam da "Defne burada ne yapıyorsun allasen?" diye sormuyor. Defne de orada ne yaptığını bilmiyor zaten. Ömer'in de dönüp suratına baktığı yok ki, sanki ceza vermiş Defne'ye, kalktığı an "Nereye gidiyorsun? Düşündün mü acaba sonunu?" diyecek modda. Kızın çişi bile gelemez mesela, oturmak zorunda orada, çünkü beyimiz öyle istiyor. Kardeş bu kadar meraklıysan, kızın fotoğrafını koy masana, aynı mantık.
Defne, durumun biraz olsun idrakında. Ömer'in cebinde yaşamak istediği günleri unutmuş belli ki, "Mendil gibi tak yakana orda kalayım istersen..." diye çıkışma zahmetinde bulunuyor. Fakat, olaya bakış açısının yanlışlığını gördüğümde, iyi niyetimden istifa ediyorum. Defne, bunca zaman sonra aşık olduğu adamın yanında kendi olamadığını fark etmiş. Ne yapalım yani? Aşk defterini rafa mı kaldıralım? Ben de bu bilginin bize ne gibi bir fayda sağlayacağını düşünüyorum.
Aşık olduğumuzdan nasıl birine dönüştüğümüz konusu o kadar göreceli ve değişken ki zaten bunu Defne ve Ömer'in aldıkları farklı hâllerden anlamak da mümkün. Bence bunun süreçleri var. Önceleri, çok fazla saçmayalan, beynini kullanamayan, gerizekalı bir kişiye dönüşmek mümkün belki. Ama zamanla, aşkla beraber "özünü" buluyor insan bana kalırsa. Defne'nin sorunu aşk değil, isteklerini ifade edememesi. Ömer'e, Ömer'in Defne'sinin ne istediğini açıklayamadığı için, başka birisine dönüşüyor. Istakozdan hoşlanmıyor ama -hoşlanmış- gibi yapıyor. Klasik müzik dinlemek istemiyor ama -seviyormuş- gibi yapıyor. Ömer'in sevdiği ne varsa sevmek, anlamak isterken, özünden uzaklaştığına ikna olma hatasına düşüyor.
Oysa benim tanıdığım Defne, benim tanıdığım Ömer'e ne istediğini anlatabilse -asimile olma- diye bir şey söz konusu bile olmayacak. Defne, Ömer'e "Kapa Passionis'i, esnaf lokantası açalım." dese, Ömer buna bile razı gelir. Çünkü Ömer, her ne kadar kendi isteklerini Defne'ye dayatıyormuş gibi dursa da anlamaya müsait bir adam. Ayrıca keşke Defne, arızaya bağlayacağına asimile olduğunu düşündüğü tatlı Defne hâlinde kalsa. Çünkü öteki türlüsüne de ben dayanamıyorum. Her şeye boyun eğsin demiyorum ama uysallık, uyum sağlamak ve derdini düşük volume ayarıyla, tatlı tatlı anlattığı zamanlar, sizce de Defne'ye çok yakışmıyor mu?
İnsanın canı yemek yemek istemeyebilir, bundan daha doğal bir şey yoktur. Defne yanında kalsın diye yemek yemeyi kabul eden Ömer için de Defne'yi kaybetme travmasını görmek zor değil. Bu bir ileri üç geri gidişle, -gidemeyişle- kimse kimseyi terk etmese de hakkın rahmetine kavuşacaklar zaten yakında. Ömür geçiyor, bunlar hala muş! Anlamıyorum ki diyaloglarınızı kiraladınız da tasarruf mu yapıyorsunuz? Parası neyse ben vereceğim, yeter ki konuşun!
Konu aşktan nasıl Ömer'in yeme içme problemine geldi ve bundan "Defne'ye ne?" anlayan yerlerim yavaştan ağrımaya başlıyor. Ömer, gerizekalı değilse hayatta kalmak adına bir şeyler yiyordur zaten, devlet meselesi değil. Beni anaç gören tüm arkadaşlarıma buradan selam gönderiyorum, bi' Defne değilmişim. Defne'nin Ömer'i sevdiğini, Ömer'in zor zamanlarında vurgulaması açıkçası bıktırdı. Hoş, bir kadını kıskanarak harekete geçmesinden daha iyi yine de ama yeter bence. Defne, Ömer'in daimi avukatı belki ama neden hep kötü zamanlarda? İyi günde neredesin ey Defne? Adam açlıktan ölme raddesine gelirse mi barışmaya pardon konuşmaya ikna olacaksın?
Ayrıca Ömer'deki cürreti de öperim. Gel dedi, bende dedi, kal dedi. Aldı beni bir gülme. Ömer'im İplikçi'm, kız senin nikahına kadar girmişti sende kalmak için, sen gittin, basıp gittin. Hayır kendi aranızda "Sorunumuzu çözmeyelim de dolaylı yollardan yeni sorunlar yaratalım." diye anlaşma yaptıysanız, beni yormayın, açıkça söyleyin.