Aramızda kalsın, ben bayağı seviyorum.
Bence bu söz sana gelmiyor İso. Hatta Defne, iddiam o ki –bak o derece büyük hissediyorum, açıyorum kutuyu– sana da gelmiyor. Bize geliyor bu söz. Aramızda da kalmasın ve de; az buz değil, bayağı bayağı seviyoruz.
Çünkü bayağı sevmesek, burada –tam şu an– ne yapıyoruz? Şahane an’ı beklemek mi sırrımız? Sadece alışkanlıkla da açıklanamaz. Ne alışkanlıklar tarihin tozlu sayfalarının arasında kaybolup gidiyor – ki o “tarih” sözcüğü nicedir asırları, yılları filan değil günleri saatleri işaret ediyor. Son satırına gelmeye vakıf olamadığımız yazıların; bitirmeye sabredemediğimiz videoların; birini dinlemeden ötekine geçtiğimiz şarkıların kol gezdiği, bir ucundan ısırılmış nice “an” ile dolu hayatlarımız. Pek çoğu yarım yamalak. Yeterince şahane olmadıkları için.
Ama buradayız. Blue Swede’in o meşhur cover’ında söylediği gibi, “bir duyguya saplanıp kalmışız”; çıkamıyoruz, çıkasımız da yok.
Heyhat, “sevdiğimiz” bizi biraz zorluyor. Onu sevince kendimiz olamıyor muyuz ne? Asimile mi oluyoruz yoksa? Biz olmaktan mı çıkıyoruz? Yoksa daha iyiye, kendimizin üst sürümüne mi yükseliyoruz? Her şey olduğundan daha mı güzel görünüyor, sadece ve sadece onu sevmekten ötürü?
Hepsi aynı anda oluyor aslında. Mesela şu an mevzubahis 57. Bölümü izleyip isyanlardan isyanlara koştuğumuzda da, fakat sonra kıyamayıp o karanlıkların içindeki incilerin peşine düştüğümüzde de, hepsi aynı anda geliyor başımıza. Heyecanımız, hiddetimiz de çok sevmekten; iflah olmazcasına yüzümüzü yıldızlara, yeni umutlara dönmek de yine ondan.
Seviyoruz işte... Sevgimiz acıyor, ama sevmekten vazgeçmeye sebep mi? Veya sevmekten vazgeçmek mümkün mü, daha doğru bir soru belki bu noktada.
Değil ise, söylenecek söz var, söylenecek söz burada bitmiyor.
Buyrun:
Yazı devam ediyor...