Merhaba ızdırabını hala anlayamadığım bay ve bayan İplikçi’ler, nasılsınız? Bir süredir uğramıyordum, özlediniz zaar? Hmm özlemediniz demek... Oysa ben bu kez serzenişle değil aranızdaki o aşkı, o ahengi o ruh birliğini hissettiğim o tatlı anların şahaneliğinden dem vuracaktım. Ne şartta olursa olsun Ömer’in dürüstlüğünden de dirayetinden de şüphe etmeyen, onu herkesten iyi bilip her kötü söze karşı koruyan, dahası ona asla kıyamayan ve o üzüldükçe içi giden Defne’ler; benzer şekilde Defne’yi onun zannettiğinden daha iyi tanıyan, ve ona duyduğu aşk sayesinde ne kadar bütünlendiğini, hatta onunla eksik yanlarını tamamlayarak sadece “tam” değil tamdan daha da büyük bir adam olup, daha güzel bir dünyaya bakabildiğini anlatan Ömer’ler... sizi aramızda KALMASIN, bayağı seviyorum. Dediğim gibi zaten sizin için buradayım.
Tam da bu sebeple soruyorum işte; aranızdaki bunca aşka, bunca ahenge, bunca ruh birliğine yakışıyor mu, o şahane anların neredeyse hepsini ıskalamak? Neden o nohut pilavı yediğinizi görmüyorum? Neden ortada konuşulmaya değer tek dert, kahve içmek ve yemek yemek iş gibi davranılıyor? Neden akşamın bir vaktine kadar – yani muhtemelen saatler boyunca –“bu eve çok yakışacak” dediğimiz eve nihayet gelen ve bu kez “iyi günler” deyip gitmeyen Defne ile; o eve daha ilk adımını attığı an ufka dalıp Defne’nin tatlı sesinin hayalini kurmuş olan Ömer’in birbirleriyle “bana iyi geliyorsun” dan öte bir konuşma yapabildiğini duyamıyorum? Aşk, ahenk, ruh birliği yaşanamayan tüm o küçük anlarda, detaylarda gizli olmalı oysa ki, öyle değil mi?
Detaylara gelmişken, sen çok fena bir detay oluyorsun Albertine Kayıp. Senin trajik hikayenin de fark ettirmeden kayıplara karışabilme ihtimali beni bildiğin deli ediyor. Ama görünen o ki, ortaya çıkmak için sadece daha şahane bir anın gelmesini bekliyorsun. Şu an pıçağı soktuğun yeri çevirmekle meşgulsün, anlıyorum. Fakat lütfen çok bekletme Şükrü abiiiiiiii!
Sen de çok bekletme Defne, çünkü tüm o kalın duvarlarına rağmen İso bile sana “ya senin gerçeğin Ömer’in Defne’si olmak ise, ya orada kendini buluyorsan?” dediğine göre senin de bunu anlayacağın, bunun kötü değil iyi bir şey olduğunu, asimile olmak değil bir bütün olmak olduğunu kavrayacağın; ve bu gerçekle savaşmaya bir son vereceğin günlerin kapıda olduğunu hissediyorum. Ömer “bana gel, bende kal” dediğinde o bir duygudan diğerine alabildiğine hızla koşan gözlerin, anlamanın zaman aldığı şeyleri anlamaya çok yaklaştığını ele veriyor. Umut fakirin ekmeği! Ömer’in yanında “kendisi olmayan” Defne; sadece çaresizlikten zaman zaman saçmalayan Defne’den ibaret değil; hiç bir zaman olmadı! Tersine Ömer’in yanındaki Defne, iyiliği, güzelliği, kuvveti, sağ duyusu, merhameti, kabiliyeti ile daha da çok, daha da güzel ortaya çıkan bir Defne oldu hep...
Tıpkı Ömer’in Defne’de tezahürünün Ömer’den; Defne’nin Ömer’deki tezahürünün de Defne’den bir parça daha güzel olması gibi...
Sevgiyle,
Ve özlemle.