Aşk-ı Pervane
Aşk için kendini kim bozabiliyorsa, demiş Marden, o kazanacak. Ben ise başka bir soruyla başlamak isterim müsaadenizle: Aşk için ne yaptığımızda bozuluyoruz tam olarak?

Aşk için aşkı reddettiğimizde bozuluyor muyuz, mesela? Aşk için pervane gibi ateşe kanat çırparken durmaksızın yörünge değiştiriyorsak, bozmaktan yırtıyor muyuz?  Veya aşk için tencereyle verip kitaplarca geri alıyorsak, bozulma skalasında tam olarak neredeyiz?

Diğer taraftan bakalım. Aşk için düşünüp düşünüp konuşmuyor, konuşup konuşup içimizdekilerin – başkalarına olabilecek en doğru, dokunaklı biçimlerde ifade ettiğimiz şeylerin – neredeyse tümünü kendimize saklıyorsak; ne kadar bozuluyoruz tam olarak? 

Velhasıl, bozulayazıp bozulamıyoruz biz bir türlü, Defne’ler olarak ve Ömer’ler olarak. En sonunda hiç kimse ağız tadıyla bozulamadığından, bozulan tek şey rujlar oluyor. Bir şey bozuldu en azından diyor, alkışlıyoruz. 

Bu çetrefilden çetrefile koşan aşk hikayesinin kahramanların birbirlerine olan aşklarına inanmamak gibi bir problemim yok benim. Ne Defne’nin Ömer’e olan aşkı şüpheye açık benim gözümde; ne de Ömer’in Defne’yi hakkıyla sevmediğini düşünüyorum... Bu hikayede Ömer’in nazarında Defne’nin; Ömer’i defalarca terk ettiğinde bile “bir hiç” olma ihtimali yok mesela bana göre. Hatta ona yalan söylendiğini sindiremeyip kendisi kaçıp gittiğinde bile Ömer’in, Defne’yi sevmediğine hükmetmiş olabildiğine inanmıyorum. Belki de bu yüzden o meşhur romanın daha ilk paragrafında "Mademoiselle Albertine gitti"ğinde, "Albertine’in nazarında bir hiç olduğunu zannetmiş"ve "onu sevmediğine hükmetmiş" olan Proust’u anlamaya tam olarak muktedir olamıyordur Ömer, kim bilir. 

Ömer, içinden taşan gerçek bir çaresizlikle dudaklarından dökülen o fazlaca içten “ne yapıyorsun sen?”in adresi Defne’sinin ne yapmaya çalıştığını tam olarak anlamasa da, ben onu da accık anlıyorum sanıyorum. (Çünkü anlamaya gayret etmezsem, bu iş bana biraz zor.) Defne kanatlarının götürdüğü yere uçmaktan korkan, çünkü bir türlü yörüngesinden çıkamadığı bu rotadan sapmazsa güneşe doğru kanat çırpmak suretiyle yanacak olan küçük ürkek bir pervane kuşu hâlâ. 

Ne kadar büyürsek büyüyelim, gözü kapalı ateşe uçabilmek diye bir şey yoktur hayatta. Kendimizi koruma içgüdüsü temeldir, ağır basar; ve basmalıdır da. “Biraz gerçeklerden bahsedeceksek”, bundan da bahsetmek lazım yani Ömer, duy bunları... Seni, sınır tanımayan bir öfkeyle, alabildiğine kırılmışlıkla binlerce kilometre öteye savuran o kendini, gururunu, egonu koruma içgüdüsü; şimdi de Defne’yi elini uzatsan dokunabileceğin kadar yakınında olmasına rağmen bir sana doğru bir de senden uzağa savurup duruyor. Hiç bir şey kolay değil – ve ne demişti o Sir Marden – zafer ancak aşk için kendini bozabilenlerin bu hayatta!

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER