Pusulaların efendisi Pamir, elinde öyle bir koleksiyonu bulundurup bu hikayenin izlemesi gereken yönü doğru belirleyememen bence de mümkün değildi zaten. Nitekim nerdeyse hiç bir şey yapmayıp sadece ölçüp biçerek hangi bariyere bodoslama dalmak üzere olduğumuzu gösterebiliyorsun. Beraber bir eser yaratmanın haricinde favori ortak zevklerinin başında kontrol edilemeyecek kadar hızlı giden bir aracın içinde seyahat etmek gelen ikilimizin, farkında olarak veya olmayarak senin yelkenlinle dalgalı denizlere açıldığını görmelere doyamıyoruz. Bize izlemesi biraz ıstıraplı oluyor – ve “ıstırap, insan psikolojisine psikoloji biliminden çok daha derinlemesine nüfus ettiğinden” sana baya bir atarlı-giderliyiz ama – bütün bu hikayenin sana pek bir eğlenceli geldiği aşikar. Hatta o kadar aşikar ki; bunu böyle buraya yazması bile Defne’nin duysa “bravo tespit yaptın” diyeceği kadar bariz bir detay gibi sanki.
Pamir’in motivasyonun içinde ne kadar “aşk” var bilemiyorum, ama o aşkın benliğini doldurup taşıran oyun aşkından daha büyük olması imkansız gibi. Hikayemizin resmi çocuğu Lara’nın evcilik oyununda çay partisine götürdüğü hayali arkadaşlarını oynatırken, Pamir’in Ömer’le Defne’yi oynatırken aldığından daha fazla zevk aldığını neredeyse zannetmemekteyim. Tamam onlar modern zamanların Barbie ve Ken’i kabul; ama bizimki de can yani Pamir, patlıcan değil!
Velhasılıkelam Ömer, Defne’ye kendini – o bir yıl içinde öfkesinin nasıl bir pişmanlığa döndüğünü, gururunun nasıl aşkın yanından anlamsız kaldığını, onun hala ne kadar “içi” olduğunu ve yanında olmadığında içinin bomboş kaldığını – anlatamadıkça; elini tutup onunla yeniden ateşlere uçma cesaretini toplayamayan Defne’yle beraber oradan oraya savruladursun, Pamir köşesinde oturup yanına kâr kalan sütlü nuriye’lerin tadına varır elbet. Çünkü neden varmasın? Adam için Survivor ödül oyunu bu resmen; ve ilk turların hiç birini boş geçmişliği yok maşallah!
Yazı devam ediyor...