Her ne kadar boğazından ne bir yudum kahve, ne de bir parça doğru düzgün yemek geçtiğini anlamış olsa da – hayır dostlar, akşamları hüpletilen spagetti basit karbonhidrat kategorisine girmekte olup kaliteli gıda grubundan sayılmamakta – Defne’nin Ömer’in gerçek hislerini Sinan’a, Neriman’a bahşettiği türden, bam telini titreten sözlerinden dinlemesini istiyorum ben. Gerekirse mektup yazsın Ömer, gerekirse klişenin klişesi türünden bir tesadüf eseri kulak misafiri olsun Defne bunlara; ama bir yerde misafiri olsun bu duyguların artık hatta misafirliği bırakıp yerleşik sahibi olsun. Defne’nin Albetine Kayıp’ı masasında bulduğunda ilk anda ve sorgusuz sualsiz Ömer’i düşünememesinin, o pazıyı ona sardığını gönül rahatlığı ile kabul edememesinin temel sebebi; Ömer’in gerçek yıkımına, ve yıkılan şeyden çıkan o yeni – ve aslında çok sevdiği eski halinden bile daha şahane olan yeni – adama hala tam şahit olamaması!
Boş bir buzdolabı, yarım kalan bir tablo, veya “mutlu muyum, her şey yolunda mı sanıyorsun?” sorusu bizim izleyici olarak şahit olduğumuz, kendini uzaklarda yakıp tutuşturan ve küllerinden yeniden doğan adamın hikayesinin bölük pörçük sahneleri ancak... Asıl filmi hâlâ izlemeyen Defne’nin, her an o film bir kez daha kopacak mı, bu kez ne olacak da ışıklar yanacak diye korkmaktan gönlünce hareket edememesini anlamadan edemiyorum.
İşbu sebeple Albertine Kayıp’ı masasında bulup ilk olarak Ömer’e değil Pamir’e giden Defne görüntüsü içimi dağlasa da, oturduğum yere oturup kabul etmek zorunda hissediyorum; gerçekler acıdır. Istıraplıdır. Kalp, çok fazla kırılıp kırıklarını kendine çok fazla batırdığı için duyularını kaybedip hissizleşmiştir. Gözler, kuvvetle muhtemel çok fazla ağladığı için artık görünen köyü dahi görmek istemezler, çünkü olur da o köy bir kez daha bulanıklaşırsa, gömülüp giderse bir kez daha karanlıklara, hepten kör kalmaktan korkarlar. Bir umut kokusu mudur gelip gelip burnunun direğini sızlatan? Reddeder onu, çünkü umut; onu çok fazla – 1 yıl boyunca her gün, belki her saat, her dakika, tekrar tekrar – kaybetmiş olan biri için fazla tehlikelidir. Ateşe uçası gelir pervanenin, çırpar her defasında kanadını, ama hep yalpalar. Bitti der. Bitti deyince bitecekmiş gibi. Pervane olanın, ateşten ilelebet kaçması mümkünmüş gibi...
Ah ne zormuş bitsin demek, değil mi Defne? Hala severken onu... Dudaklarını öpmemek de çok zor, nitekim görüyoruz zor olduğunu.
Bu şarkının adı Değmesin Ellerimiz belki ama; o da sonunda şunları sormadan edemiyor:
Bitti mi hikâyemiz?
Bu ne biçim son böyle?
Değmez miydi sevgimiz,
Savaşıp direnmeye?
Ve başka bir şey dilemeden de bitiremiyor, çünkü ne kadar görmemeye çalışırsak çalışalım, görünen köyün kılavuza da ihtiyacı yok:
Bitmesin hikayemiz.
Yazı devam ediyor...