Kiralık Aşk: Zamanın eli...
Özlemle izlenenler de bu hafta..
Zaman nedir? Zaman kimdir? Dost mudur düşman mıdır? Yoksa çaresiz kalıp kelimeleri tüketen dostların ağızlarına pelesenk olmuş bir uyuşturucu mudur?  Sahi zamanın eli dokunduğu her yarayı iyileştirir mi yoksa geçen süre ile yaradan utanıp gizlemek dışında başka bir işe yaramaz mı?

Soruların cevabını bilmiyorum. Tek bildiğim, şu sıralar zamanla pek aram yok. Birbirimizden pek haz etmiyoruz. İtiraf etmek gerekirse kendisi biraz kırgın bana, o nedenle de acısını çıkarmak istiyor. Çünkü tecrübe sınıfından arkadaşlarım ona iyi bakmam konusunda beni uyarırken ben pek önemsemedim. Zamana ihtiyacı olanların derdiydi o, benim zamana hiç ihtiyacım olmamıştı ki. “Yaralıların yarasını sarmaya ya da onları kandırmaya gitsin, benim işim yok onunla” diye düşümdüm hep. Evet, zaman kandırır; çünkü zaman yalancıdır. Ve sanılanın aksine pek de iyi bir arkadaş değildir. Herkes kendine benzesin, yalanlar söylesin, kendini oyalasın ister. –Miş gibi yapar.

Sanki zamanla çok iyi arkadaşmışsınız, her zorluğun altından onun sayesinde kalkmışsınız gibi, buna inanmanızı ve inandırmanız için yalanlar söylemenizi ister. Ayrıca çok da acımasızdır ve pek tabii kurnaz. Acı çekerken ağırdan alır kendini, siz hiç geçmeyecek bitmeyecek zannederken, o iyi geleceğini söyler durur. Mutsuzken, yalnızken, acılar içindeyken aslında zamana değil de yara açanlara ihtiyaç duyduğunuzu anlamaz. Anlar da yediremez yüceliğine.. Bilmez ki mutsuzken geçen zamanın acıya alıştırmak dışında başka bir işe yaramadığını.Sahi açılan yaraların, terk edilişlerin, oynanan oyunların, çalınan mutlulukların telafisi için ne kadar zamana ihtiyaç duyarız? Bir yıl mesela az mıdır çok mudur? Yoksa tartılamayacak kadar soyut mudur?

Haklı ve haksız bulmanın adetten olduğu bir gezegenden yazıyorum bu satırları. Birinin tarafında olmam gerektiğini söyleyen uğultular var içimde. Tahmin edersiniz ki, uğultular ve zaman çok iyi arkadaş olmuşlar. Sürekli birbirlerine destek oluyorlar. Ve ben de düştüm o tuzağa, beni de aldılar içlerine. Birisini daha az ya da çok haklı görmek istedim. Başladı içimde susmayan seslerin kakafonisi..


Bazen ufacık çelimsiz bir el kalkanınız oluverir..

Ömer’i düşündüm önce. Tam da düşünürken garip bir tebessüm oluşuvermiş yüzümde ben de anlam veremedim.  Çok yakın olduğum ve epeydir de özlediğim birinin döndüğünü ve umduğu gibi karşılanmadığını fark ettiğim an kayboldu o tebessüm. 50 küsür haftadır tepkisinden korktuğum, her yaşanmışlığa “hafifletici sebep olur bu” diyerek kendimi affediciliğine sığındırdığım Ömer, bu kadar acımasızlığı hak ediyor mu diye hayıflandım.

İso ya da mahallenin diğer sakinlerini işin içine karıştırmayacak kadar hassas davranacağım.  Kırılmışlıklarla, kandırılmışlıkla paramparça olup gitti Ömer. Hani şu kızın çekip gittiğinde her şeyin daha iyi olacağını düşüp sonrasında pişman olan kitaptaki adam gibi.  Giderken daha başka neleri kırdı, parçaladı bilemiyoruz. İşte tam da bu an içimden gelen gür bir sesin yardımıyla da yazıyorum bu satırı: Çekip gitmeyi Ömer’in anasının ak sütü gibi helal ettim ben kendi içimde.


Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER