Hikayenin
bir de diğer kısmı var. Gidenlerin ardından bakmakla ağlamak
arasında kalan kısmı... Yıkılan, biten, enkaza dönen kısmı...
Her şeyin bittiğini düşünen, bu şekilde hayatına devam etmeye
çalışan kısmı... Belki aylarca yataktan çıkamayan, çıktıktan
sonra da kendini işine adayan, ölmeyecek kadar yiyen ve uyuyan
kısmı... Geçen sezon boyunca hatalardan hatalara koşan ama
elinden başka bir şey de gelmeyen, korkularıyla yüzleşmekten
kaçarken hepsini hiç olmayacak bir yerde kalbine buyur eden biri...
Defne Topal. O milyonda bir. O, sevdiği adama söylediği yalanlarla
evet diyemeyecek kadar naif ruhlu, kızıl saçlı kızımız.
Defne'ye çok kızdığım zamanlar da oldu. Ömer'e de öyle... Ama
o itirafı yaptıktan sonra böyle terk edilmeyi kimse hak etmez.
Evet, yaptıklarının bedeli olacaktı, sorunlarla yüzleşmeye de
hazırdı. Ama hazır olmayan bir başkası vardı. Ömer'inki
kaçmaktı. Sorunlarla yüzleşip aşkına sahip çıkmak yerine
kaçtı. Gitti tamam. Ama çok da uzatmadan dönebilirdi. Belki de
yaptığının ne kadar yanlış bir seçim oluşundan ötürü
duyduğu acı engelledi dönüşünü, ona da pay bırakıyorum. Ama
Defne Topal, sen bir amazon kadınısın. Savaşçı ruhlusun. Senin
dünyanda asla pes etmek yok ve bu seni daha da sevilesi yapıyor.
Defne'nin
internet üzerinden alışveriş firmasında lojistik müdürü oluşu
geçen sürede imkansız mıydı, fazla mı ütopikti bilemem. Ama
izlediğim Müdüre Hanım'dan gayet memnunum. Aytekin'le olan
diyalogları da okey gibi. Henüz çok da karar verebilmiş değilim.
Yani Aytekin sıkıcı bir tip gibi de gelmedi değil. Enerjisi ne
yöne kayacak ilerleyen bölümlerde göreceğiz. Bunun dışında yeni
CEO ile aralarındaki muhabbete de bayıldım. Yani Pamir Marden her
ne kadar şu an aradaki kara kedi konumuna doğru gidiyorsa da içimden
bir ses bu adamı çok seveceğiz diyor. Sempatik bir karakter...
Laflarıyla, tavrıyla, sesiyle, duruşuyla... Ekranı dolduruyor ve
de seyirciyi de alıyor bence. Seda Hanım hakkında ise çok bir
yorumum yok. Şu anlık sinir bozucu davranıyor. Bilhassa Sinan'a...
Ama boşanmak üzere olan bir kadına da bunu çok görmemek lazım.
Ah Sinoş, burnuma kötü kokular geliyor. ^^
Koriş'imi
isterim diye ağlamama ramak kaldı. Mümkünse yalnız gelsin ama.
Nöro ile Koriş beni çok sıkıyor. İnanılmaz sıkıcılar. Koriş
kendini Ömer'e affettirsin ve tek kişilik şovlarına devam etsin
diye dua ediyorum. Bunların dışında yeni mekanları da oldukça
sevdim. Henüz Ömer'in evini detaylı görememiş olsak da salonu ve
bahçesi güzel, ferah. Maviş de yerini almış. Hatta ev sahibi
tarafından selamlandı da. Ve rahat bırakmayan anılar... Çok
güzel bir sahneydi, teşekkürler.
Son
sahneye geçmeden iki şeye daha değinmek isterim. İlki Ömer'in
restoranda masaya kazıdığı ikinci şans ayakkabıları. Örtüyü
tutup kaldırışının mükemmeliği mi desem, ortaya çıkan
ayakkabının muhteşemliği mi desem, ya da hepsine topluca Ömer
İplikçi Şahanesi mi desem? Sevgili Meriç Acemi, o sahneyi pıtı
pıtı yazdığın parmaklarından öpüyorum. Sevgili Barış Arduç,
Ömer'i yine ve yine bambaşka yerlere götürdüğün için seni
dee, eee şey, öpüyorum işte canım aman! Yalnız o ikinci şans
ayakkabılarından Defne'ye de bir çift hediye etsene tatlı çocuk?
Belki affeder?
İkinci
sahne ise aslında benim beklentim olan bir sahne. Normalde dizi ya
da film izlerken beklenti içine girmemeye çalışırım, genelde de
girmem. Çünkü beklenti olunca bir ön yargı da oluşuyor gibi
gelir bana hep. Benim beklediğim olmazsa beğenmeyebilirim. Ama
aslında bu izlediğim şeyin kalitesiyle alakalı değildir.
Senarist benim beklentimi karşılamak zorunda değildir bana göre.
O bir dünya kurar ve ben de izlerim. Beğenirim ya da beğenmem ama
önüme ne konursa onu izlerim. Ama dün akşam bir sahnede ''Şöyle
olsun, nolur olsun!'' diye çok bekledim. Defne Ömer'in kalemini
bulduktan sonra isimleri sıralarken arasından Ömer'in sesi
duyulsun, ''Ömer İplikçi...'' desin ve ilk karşılaşmaları
böyle olsun istedim. Yani tatlı olurdu, bence... Olmadı ama bu
demek değil ki karşılaşmaları çok kötüydü.
İlk
karşılaşma biraz klişeydi evet ama ne olabilirdi ki? Yani Defne
asansörde tabloyu indirip de Ömer'i görse ne kadar etkilenebilirdi
izleyici? Ya da köşe başında çarpışsalar? Rossini'yi ıslıkla
çalan Pamir'miş. Ömer olsaydı o da klişe olmayacak mıydı? Ne
bekleniyor ben bazen anlamıyorum. Alaska'da mı karşılaşsınlar?
N'apsınlar! Sahnenin gidişatından elektrik panosunda karşılaşma
olacağı ve de büyük ihtimalle Defne'nin Ömer'in kucağına
düşeceği belliydi. Ama Mey... Neden Mey? Her şey beni ağlatmak
için mi? Bu çok zalimce. Kalbim bin parça ve aynı zamanda da
manyakça mutlu. Bir insan ağlarken deli gibi gülümser mi? Bir
insan gerçekte var olmayan iki aşığın birbirine gönderdikleri o
bakışlarda erir mi? İkisi de bambaşka baktı birbirine. Biri onu
görmenin verdiği sevinçle, diğeri aylarca acı çekmesine sebep
olan insanı görmenin verdiği garip duyguyla hatta belki biraz da
öfkeyle... Ortak olan tek bir şey vardı ki o da özlem...
''Özlemek
bu dokunmakla geçmiyor...''
Görüşmek üzere...