Muhtemelen öfkenin doruklarında start alıp, tükenmişliğin kör kuyularında nihayete eren son bir yılını anlatabiliyor mu Ömer size söyledikleriyle, bilmiyorum... Çünkü okuması zor bir hikaye Ömer’in anlattığı. Sadece 3-5 dakikalık bir iç döküş ile anlam vermesi, hak vermesi, içselleştirmesi kolay olmayan bir hikaye. La dolce vita’nın topraklarında nefes alıyor üç yüz küsür gündür, ama zamanında Defne’ye söylediği “tatlı bir şarkının içinde yaşayan” adam değil Ömer. Yalpalaya yalpalaya oradan oraya savurduğu bedeni İtalya’da, ama kafada soğuk Alman operası dönüyor. Aşkı seçmesi gerektiğini anlamış, çünkü gurur karnını doyurmamış; haklı olmak midesini ağrıtmış sadece. Mutlu olamadıktan sonra; hakkın, doğruluğun, gururun, açık kırmızı susuz elmaların ne mânâsı var demiş. Kader ağlarını ince ince ve itinayla ördüğünden olsa gerek; bizzat o koca gurur uğruna yaptığı seçimler onu sonunda gurur duymayacağı, saçmasapan bir hayata sürüklemiş. 

Bazı hatalara, ancak onlara düştükten sonra “hata” diyebiliriz. Daha doğrusu bazı kararların ancak –aynen Defne’nin bu sezonu açan sözlerinde bahsettiği yol ayrımlarında alınan kararlar gibi– sonuçları yaşandıktan sonra “hata” oldukları anlaşılabilir. Yaşamadan bilemeyiz, ve bilinecek en kıymetli şeyleri de ancak ve ancak yaşayarak biliriz bu yüzden. Her “doğru”yu edinmek için belli şeyleri yaşamak; bazılarını edinmek için ise belli şeyleri kaybetmek gerekir. Ver her yaşanan ile her kaybedilen bizi biz, Defne’yi Defne, Ömer’i de Ömer yapar. 

İnsanlar değişir, öğrenir, ama ‘öz’leri bozulmaz aslında... Defne’nin belki  günlerce bedeninin, aylarca da ruhunun çıkamadığı yatak odasından bir gün çıkmaya karar verip; muhasebecisinin tepesine atlayacak yaşam kudretini içindeki güçlü ve ölmeyen kadında bulabilmesi nasıl en hakiki Defne ise; yaptığı seçimlerin bir bedeli olarak gördüğü hayatını kendi kendine dönerek; kendini bir kez daha çektiği duvarın içine hapsederek yaşayan Ömer de bir o kadar Ömer. Çünkü aradaki 2000km’ye, yüzlerce istiridyeye, litrelerce proseccoya, sepetlerce elmaya rağmen kafasındaki karanlık Alman operası onu; yaptığı yanlış seçimlerin bedelini ödemesi, dahası o seçimlerin sonuçları ile yaşaması gerektiğine inandırmak için çalıyor. Elinde kalan ışık her ne kadarsa onunla yetinip kimselere dokunmaması, kimselerin de ona dokunmaması gerektiğine şartlanmış. Defne’yi sormuyor, çünkü soramıyor. İlgilenmiyor değil, o ışığın tamamen söndüğünü duymaktan korkuyor. 

İşte bu yüzden, Defne di Ömer. Karanlık bahçeden elinde bir tencere pazı sarması ile çıkagelip karanlıklara gömülen Ömer’in ışıklarını yaktığı için. Sigortaları açıp, havalandırmayı çalıştırıp, boğulmak üzereyken ona son bir nefes yaşam üflediği için. Rüzgarı çıkaran, tatlı bir şarkının sesini açan, karanlık Alman operasını İtalyana döndüren yegane insan olduğu için. Aşk olduğu için... Defne. Defne di Ömer. 

Ama ben... ben sizi çok özledim!

*****

Yazı devam ediyor...

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER