Aylarca, belki de Ömer’in
vereceği tepkiyi düşünerek “Ben Defne’nin yerinde olsam hayatta söylemezdim bu
sırrı.” dedim durdum. Bu yüzden Defne’nin, o kadar fırsatı olmasına rağmen
dilinin ucuna kadar gelen gerçeği bir türlü söyleyememesine kızmadım hiç. Hatta
tüm yıpranmışlığına rağmen sussun diye umut ettim bencilce. Bu isteğime ve Defne’nin
aylardır yaptıklarına veya yapmadıklarına, Ömersizliği göze alamayışına
korkaklık diyebilirsiniz belki, ama asla güçsüzlük diyemezsiniz. Ömer’in,
yaşadıklarını bilmeden Defnesine okuduğu kitaptaki “Denizin dibindeki avuç içi
kadar yer, okyanusun baskısına nasıl dayanıyorsa, sen de öyle dayanıyorsun
Milena.” cümlesi, avuç içi kadar kalbiyle İz’e, Gallo’ya, Neriman’a, Tramba’ya,
Sude’ye ve daha bir sürü kişiye karşı aşkla direnen Defne’yi ifade ediyordu
benim gözümde.
Ama işte her şeyin ve herkesin
bir kırılma anı var demek ki. Bazen bazı şeylere sımsıkı tutunmak can
yakabiliyor. Daha fazla canımız yanmadan bırakıp rahatlamak gerekiyor. Aylar
boyu tonlarca yükü yüklenen Defne’nin sırtına bir tanecik daha toplu iğne
eklendiği anda artık hepsi birden devriliverdi. Ömer’in her zamanki romantik
sözleri, aynı ömrü mutlulukla ve güvenle paylaşmaktan, bir olmaktan bahsetmesi,
tam da gerçekleşmek üzereyken dank etti aslında Defne’nin kafasına. Evet, hep
konuştukları, hep hayal ettikleri bir şeydi. Hatta yaşanan gerilimin elektriğini
atmak istercesine çimlere uzandıkları o rüya gibi anda yine iki -“belki de üç”-
kişilik hayatlarından bahsettiler ki Ömer’in ağzından ilk defa bebek lafını,
yeni bir aile kurma hevesini duyduk. Ama kimi zaman bazı şeyleri görebilmemiz
için burnumuzun dibine kadar girmesi gerekiyor. Ömer’in heves ve aşkla, evlilik
yemini edercesine vaat ettiği hayatın gerçekleşmesine ramak kalmışken, o hayatı
gizlediği sırrın üzerine kuramayacağını anlaması için de Defne’nin tam da o
anın içinde olması gerekiyormuş demek ki.

Ve sonsuza dek mutlu yaşasalar...?
Aylardır tüm bu yaşananları en
doğru ve içten bir şekilde Defne anlatabilirdi yalnızca. Başka hiç kimse
Defne’nin acısını da aşkını da ifade edemez, çünkü çeken bilir, seven bilir. O
nedenle bu sır illa ki bir gün açıklanacaksa, bunu söyleyenin de Defne olması
gerektiğine inanıyordum. Sezon finali olduğu için de sırrın ortaya çıkacağını
tahmin ediyordum fakat benim başından beri düşüncem kimsenin buna cesaret
edemeyeceği yönündeydi. Gönlüm Defne’nin söylemesinden yana olsa da artık düğün
günü yapamaz, Ömer birilerinin “tetiklemesiyle” kafasındaki eksik parçaları
birleştirir diye düşünüyordum. Ancak bu fırsatın Defne’ye verilmesine çok
sevindim.
Çünkü izlediğimiz, Defne’nin
hikayesi aslında, onun mucizesiyle başladık bu serüvene. O yüzden de her zaman hikayeye
yön veren iyi ya da kötü, bazen aşk dolu, bazen sert tavırları hep ondan
izledik. Hikayenin manevralarında hep onun parmağı vardı. Bu nedenle, bu en
kritik kırılmaya yine onun karar vermiş olmasından ve tamamen hür iradesiyle,
bile isteye ipleri eline almasından çok derece hoşnudum. Saadetimize mani
olacak, patlayan bombaya rağmen çamların arasında koşturmak isteyen lüks evin
kızı hâletiruhiyesinde olmam da bundan kaynaklanıyor işte. Artık Defne
özgürleşecek bu ilişkide, mecburiyetlerin ezdiği kalbi ferahlayacak.
Öte yandan sırrın açığa çıkması kadar, böylesine
sağlam yazılmış ve oynanmış bir sahneyle öğrenilmesine de ayrıca seviniyorum.
Atılan her adımda açıklanan bir sır, ifşa edilen bir suç ortağı, onları nikah masasına
olduğu kadar gerçek bir hayata da yaklaştırdı aslında. Defne’nin ürkerek
söyledikleri kalbime hançer gibi saplansa da bir taraftan da sırtımdaki yükleri
kaldırdı teker teker. Defne gibi, yüreğim ağırlaşırken sırtım dikleşti aslında.
“Hüzünde haz varsa, aşk o zaman vardır.”
der Ahmet Haşim. Haklıymış, izlediğim acı dolu anlardan mazoşistçe aldığım haz
da aşka dahilmiş.