Hikâyesine kefil olmadığım dünyaların peşine hiç
düşmedim. “Bu yolun sonu iyi bir yere varacak” dedirten her hikâyenin kayıtsız
şartsız peşinden gittim.
İlk bölümde neresinden tutsam elimde kalan bir Sevda Kuşun Kanadında’dan “hangi sahneyi
yazsam, aman bunu da unutmasam” diye telaşa kapıldığım bir Sevda Kuşun Kanadında’ya geldik. Seyrettiğim o ilk bölümde bana “beş
hafta sonra ağlayacaksın” deseler bu ihtimale gülerdim doğrusu. Hikâyeyi, hissiz
ve tatsız tuzsuz bir merhaba’dan ciğerleri sızlatan bir sezon finaline taşıyan
tüm ekibe kendi adıma sonsuz teşekkür ederim.
Kendimi, ilk haftadan beri iyisiyle övünüp eksiğini
omzumda yük gibi taşıdığım bu yol hikâyesinin bir parçası saydığımı iletmek
isterim. “Olmayacak duâya âmin diyorsun Esra ” diyenlere selâm olsun. Biz
olmayacak olanı da oldurana inanıyoruz. Dizi bu hafta reyting listesinde AB
grubunda 6. olmuş olmasaydı da bu teşekkürü edecektim. Çünkü sevmediğimi yerme
hakkına sahip olduğum bu platformda beğendiğimle övünme hakkım da pek tabii saklıdır.
Havada kalan karakterlerin, hikâyedeki büyük
boşluğun bir puzzle’ın son parçasını yerine koymak gibi bütünlüğe ulaştığı bir
sezon finali seyrettik. Birkaç sahne dışında rejinin de önemli ölçüde
iyileştiğini sevinerek gördüm. Bu dizi için ilk günden beri inanarak ve ta
yüreğimden hep aynı şeyi söyledim: Her şey çok daha güzel olacak.
İşte oldu. Ve yine daha da inanarak önümüzdeki sezon
efsane bölümler seyredeceğimizi iddia ediyorum.
Şimdi gelelim bu haftanın bende bıraktıklarına..
Hoş geldin Ateş Komiser!
İşte puzzle’ın eksik parçalarından biri. Sanki baştan
beri onu bekliyormuşuz da hasretimiz vuslata ermiş gibi. Hayatlarımızı yangın
yerine çeviren, gömleğine milletin kanı bulaşmış şeref yoksunu vatan hainlerini
dumanında boğacak Cemil Ateş. Alper Türedi gümbür gümbür geldi diziye. Hayat
verdi, kan verdi. Kara Para Aşk’ta da
yine bir komiser olarak seyretmiştik onu fakat bu kez iyi polis olarak
karşımızda. Henüz bir selâm verdiği bu ilk bölümde bile Mustafa’yı karakoldan
çıkarırken attığı bakışı bin yıl geçse unutmayacağım. Referans olarak alıp
bağrımıza bastığımız o bakışı öbür sezona kadar muhafaza edeceğiz. İyi ki
geldiniz Alper Türedi. İyi ki Cemil Ateş’i akıl ettiniz sevgili senarist. İyi ki
böyle sağlam, dağ gibi karakterler yazan kalemleriniz var sevgili yapım.
Ateş Komiser, suçsuz yere gözaltında tutulup işkence
edilen Mustafa’yı karakoldan çıkarana kadar oradan ayrılmadı. Mustafa, MTTB’nin
yiğitlerinden biri.. Zeynep’in gözbebeği. Tam vuslata erecekken nasiplerine bir
tuhaf ayrılığın düştüğü biricik yâri.. 1969 yılında MTTB’ye bomba atılması sonucu
şehit edilen Mustafa Bilgi’yi canlandıran Derda Yasir Ünal’ın muhteşem
performansını gözyaşları içinde seyrettim. Başta da söyledim. Bana bundan altı
hafta evvel bu dizinin bir sahnesinde ağlayacağımı söyleseler buna çok ihtimal
vermezdim. İyi yazılmış bir sahneyi oyuncu inanarak oynuyor, dilinin
söylediğini gönlü de hissediyorsa inanın o an aradan ekran kalkıyor ve o
dünyanın ortasında buluyorsunuz kendinizi. Gönül telimizi titreten bu muazzam
sahnede emeği geçenler var olsun.
Bu bölüm Saatçi Hüsnü karakterine hayat veren
Bahadır Yenişehirlioğlu’ndan söz etmek isterim biraz. Diliyle değil gönlüyle
konuşan karakterlerden biri Saatçi Hüsnü. Bahadır Yenişehirlioğlu’ndan başkası
da bu karakterin hakkını veremezmiş gibi geliyor. Seyrettikçe büyüleniyorum. Müberra
Hanım’a sabredişine hayranım doğrusu. Seviyorsa demek. Müberra Hanım kötü biri
değil aslında. Ben onu anlıyorum, sadece her şeyi kontrol altında tutmak
istemek gibi elinde olmayan bir özelliği var. Evet biraz da zor memnun olan bir
abla. Bir de sinirlenince içinden başka biri çıkıyor ama ne yapalım şimdi bunun
için ölsün mü yani? Hüsnü Bey’in iftar davetine icabet ederken bile bu huysuz
hatunun iznine muhtaçlık duyması, onu baş üstünde gezdirip, en sinirli anında
bile onunla tatlı tatlı konuşması konuyla ilgili bir okul varsa orada ders diye
okutulmalı bence. Müberra Abla’nın askerleriyiz. Konu kilit.
Efendim gelelim yine bir incelikli Ömer Reis
sahnesine. Ocak’ta ülküdaşlarını provokasyonlara karşı uyaran Ömer Reis’in ayarı
nefisti. “Çıkmaz sokakların kavgalarında kaybedecek bir ülküdaşımız dahi yok..”
dedi Ömer. Yanı sıra da “Burayı çay ocağı mı sandınız? Burası Ülkü Ocağı.
İsteyen gelip burada dersini çalışsın. Arkadaşlarımızı salimen imtihanlarına
sokmak da bizim vazifemizdir” diyerek ocakların asli vazifelerine dair şık bir
tanımlama yaptı. Ufuk Bayraktar her geçen gün daha bir Ömer Reis. Silahını
havaya çekince, gözünü kısıp gülünce.. Sevdiği herkese ölümüne ve koşulsuz
sahipsiz çıkınca. Arkasına bakmayınca. Önce memleket deyince. Önce vicdanına
sorunca. Oturunca, konuşunca.. Bir de Işık hariç bir sevdiceği olursa..
Mümkünse mümkünsüz olanından. Çok sevip kavuşamamaklı bir sevda olsun.
Bilirsiniz, kavuşmak yoktur İslâmlıkta.
Sevmediğim kadın tipini sevdiğim bir kadın oyuncu
canlandırınca o kadın Nesteren bile olsa alıp ciğerime sarasım geliyor. Esmalar’ın
yanında Nesterenler var olsun. Kimse de kusura bakmasın. “Tümaay” diye
bağırmaktan başka bir meziyeti bulunmayan karakteri sevmek için henüz bir neden
bulamadım. Nesteren kendine çok inanıyor. Zafer için emek sarf ediyor. Mücadele
ediyor. Zafer’in kalbine giden yolun da Tümay’dan geçtiğini keşfetmiş. İşledi
de işledi adamı. Ama Tümay’la Zafer’in gelişen baba-kız ilişkisi bakarsınız
Zafer’in yolunu Nesteren’den ziyâde Esma’nın yoluna düşürür.
Kalbimi dilim dilim eden, bir memleketin evlatları
nasıl bölünmüşse işte beni de o misal ortadan ikiye bölen bir sahne vardı. Ömer’in
dükkânında vuruşmaya hazırlanan iki grubu bir küçük Saliha’nın dize getirmesi ne
ibretlikti öyle. Saniyeler önce yanındaki arkadaşına Ömer’i vurdurtmaya niyetli
olan Parkalı bir küçük kız çocuğunun gözlerine yenilip, masumiyetin önünde diz
çöküp ona istediği balonu uzattı. Yine saniyeler evvel elinde silah bir Ülkücü’yü
öldürmeye kast etmiş Devrimci de silahını beline yerleştirip Saliha’ya o çok
istediği Türk Bayrağı’nı alıp verdi raftan. Bir kavgayı bir çocuk bitirdi. Bir
çocuk çok ömür uzattı. Benim de çocukların iyileştirici gücüne olan sonsuz
inancım tazelendi.
Ve kapanış.. Tarık’a ayrılan sürenin sonuna mı
geldik yoksa Tümay mı vuruldu bilmiyoruz. Gerçi elinde silah olan herkes
hayretler içinde olduğuna göre Tarık’ı vuran olmadı. Kafa yorduran, acaba
dedirten sağlam bir final sahnesi seyrettik. Gelinen noktadan memnunum.
Özellikle Ateş Komiser’li yeni ve daha canlı bir hikâye seyredeceğimizi
düşündüğüm yeni sezon için de oldukça ümitli ve heyecanlıyım.
Sezon finalinde Ramazan’ı da selâmlayan dizinin
özellikle bu dini ve kültürel değerler hususundaki hassasiyetini tüm kalbimle kucaklıyorum.
Biz bu ülkenin kısık sesleri, öz vatanında parya insanları olarak bize seyrettiğimiz
bir dizide değil iftar/sahur sofrası görmek “oruç” sözünü işitmek bile rüyâ
idi. Cennet mekân Ömer Lütfü Mete’nin, yüzünü batıdan alıp Anadolu topraklarına
çevirdiği televizyon dizileri sayesinde annelerimiz sahur hazırlığı yaparken
biz de çilingir sofralı masallar seyretmekten kurtulduk. Çocukluğumuz boyunca
kendimizi azınlığı sandığımız bu memleketin gerçek hikâyelerini, bize bizden
olanı anlatan rahmetli Ömer Lütfü Mete’nin yolunda yürüyen kalem sahiplerine selâm
olsun. Masal anlatanı çoktu da hikâye anlatanı pek azdı bu memleketin. Şimdi “yazsa
da okusam/seyretsem” diye yolunu gözlediğimiz gönlü güzel, fikri güzel söz ustalarına
ümitlerimizi yükledik. Kalemlerinden dökülen her kelama koşulsuz muhabbetimiz
var. Hikâyelerin kokusu olur, bilir misiniz? Seyrederken bana yaşadığım bir ânın
kokusunu hatırlatan hikâyeleri öpüp başımın üzerine koyarım. Çünkü hatıradır
kokular, emanettir. Bana bir güzel ânın kokusunu anımsatıp burnumun direğini
sızlatan hikâye de nîmettir. Sevda Kuşun
Kanadında bana çocukluğumda, biz henüz azalmamış, mutlu ve kalabalık bir
aileyken yaşadığım Ramazan günlerinin kokusunu hatırlattı. Öptüm koydum başımın
üstüne. Ve ilk duâsını ettim Ramazan’ın. Şiiri duâmızdır Arif Nihat Asya’nın:
Biz kısık sesleriz minareleri sen ezansız bırakma
Allah’ım*
Emek veren herkesin ellerine sağlık. Yeni sezonda
görüşmek ümidiyle hayırlı Ramazanlar dilerim.
Bu şarkıyı da buraya bırakıp gideyim madem.
Allah’a emânet olunuz..