Eski yaralarımız aslında bir taraftan da eski hayatımıza ait objelere benzer. Zaman gelir geçer, ve hayatı başka bir şey yapar. Koltuk takımı değişir önce. Evladiyelik halılar kalkar; daha küçük, daha az alanı kaplayan daha inceleri serilir evin merkezine. Büfeler yerini uzunlu kısalı raflara bırakır. Çiçekler gelir sonra; kitaplıkların, sehpaların arasına yerleşirler. Avizeler tavandan sallanmaz hale gelir; ışığı spotlara, masa üstü aydınlatmalara bırakırlar. Sonunda sadece o püsküllü köşe lambası kalır, yerinden kıpırdatmaya elinizin gitmediği bütün o yerleşikliğiyle. Ona dokunamazsınız; evinizin demirbaşıymış, ağırlık merkeziymiş gibi gelir. Atamazsınız, çünkü giderse arkasında kalan duvardaki çatlaklar meydana çıkar diye korkarsınız içten içe. Sizin ona eliniz gitmedikçe, o kök salar köşesinde. Hayatınızın “dokulumaz”ı gibi gelir, ama dokunulmaz olduğu için değil, siz ona dokunmadıkça dokunamaz hale geldiğiniz için. Çevresinde mevsimler değişir, gün ışığı yerini ay ışığına bırakır, ay ışığı da gün ışığına, belki binlerce, on binlerce kez; ama lamba yerinde durur adeta kutsal bir nesne gibi. Halbuki kutsal değil aksine bozuktur, çalışmaz, hayatınıza aydınlık vermez. Sadece hep orada olmuş olduğu için, hep orada olmaya devam edeceğine güvenirmişçesine dikilir köşesinde. Ta ki biri sizin elinizi tutup, ona uzatana kadar.
Dedesine olan kırgınlığı çok zaman önce kabuk bağlayan; ama koparılmadığı için koparılamayan bir yarası Ömer’in. Artık evinde çiçekleri olan; komodinleri, orta sehpaları, kitaplıkları olan adamın salonunun köşesinde duran bozuk bir köşe lambası. Uzun süredir yanıp yanmadığına bile bakmıyor, dedesiyle ilgili herhangi bir bahsi duyar duymaz ne denildiğini anlamaya çalışmadan konuşanı susturması gibi... Sanki “artık aynı Ömer olmayan” Ömer; o bahsi bir kez dinlerse, bu kez anlayabileceğinden korkuyor belki de. Kabuğu koparırsa kanamayacağını; lambayı kaldırıp atarsa arkasındaki duvarda bir çatlak bulamayacağını göremeye cesaret edemediği için.
Değişmek, cesaret ister. Kökleri çok fazla derine inen şeyleri değiştirmek ise, cesaretten biraz daha fazlasını. O cesareti gösterirken yanında durup elini tutacak bir başkasını mesela. Düşmeyebileceğine güvenmek; düşerse elinden tutup kaldıracağına güveneceği o diğer eli ister yanında.
Aynı bir akşam bir mehtabın karşısında “sanki bir adım daha atarsam uçurumun kenarından düşecekmişim gibi hissediyorum” diyen kıza “ya yalnız değilsen, ya birlikte düşeceksek, korkma, ben varım” diyen adamın yaptığı gibi.
Korkma Ömer. Defne var.
Yazı devam ediyor...