Enver, başlıktaki gibi özetledi dönüş sebebini Ali Nejat'a. Ben de teması yarım
kalmalar olan bir yazı hazırlamaktaydım Kördüğüm hakkında. Geçen haftaki yazımı yazamadım sağlık problemleri yüzünden... Küçük bir kaza sonucu zorlu, yorucu, acılı günler geçirdim ve
geçirmekteyim hâlâ. Ağrılarım geçmeyince, Kördüğüm'ü izlemek de bana acılarımı
unutturamayınca oturup yazmak da mümkün olmadı, kusuruma bakmayın lütfen. Şimdi
yazıyorum, acım azaldığından değil de, izlerken unutamadığımı yazarken
unutabilirim umuduyla…
Aradan geçen zamanda dizinin gidişatı hakkında
uzun uzun düşünme fırsatım oldu. Vardığım nokta: Adı Kördüğüm, ama
kendisi darmadağın, paramparça bir hikâye… Bu yüzden son haftalarda çok zorlanıyordum yazarken. 18.
bölüm haricindeki tüm yazılarım eksikti biraz. Çünkü içimde oluşmaya başlayan boşluğu
açıklayamıyordum yazarken. Ben istemeden beni içine alabildiği, ağlayıp içimi
dökmeme vesile olabildiği için takip etme kararı almıştım diziyi. Oysa şimdi,
ben hayata birkaç saat mola vermek istemişken, buna hazır biçimde oturmuşken
ekran karşısına, yabancı bir hikâye gibi akıp geçiyordu ekranımdan.
‘Bundan sonra yazmasam mı’ diye de düşündüm bir süre. Tez yazmakta olan bir insan olarak,
yazmak içimden gelmese de yazının başına oturmak zorunda olmanın nasıl bir
işkence olduğunu iyi bilirim. İşkenceye dönüşmesindense dostça ayıralım yollarımızı diye düşündüğüm de oldu. Ama aklıma cümleler üşüşmeye devam etti Kördüğüm’e dair, yazmadan kurtulamadığım. Zaten yazmak, benim
için tam da böyle bir şeydir, ben yazmaya oturmasam da yazı bana kendini dayatır,
yemeğimden, uykumdan eder, geç de olsa yazdırır kendini.
Sonuçta o, izlediğim sürede beni dünyadan
koparamadı ama ben de onu kendi dünyamdan çıkarmayı başaramadım, yani hâlâ
buradayım. Ama madem içimi dökmeye başladım, buradan devam edeyim biraz...