Muhteşem Yüzyıl Kösem: Kuklaların Saltanatı
Muhteşem Yüzyıl Kösem hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyor. Yine bir zaman atlaması, yine tutarsız bir hikaye akışı ve yine kişilik özellikleri bir anda 180 derece değiştiriliveren karakterlerle, inandırıcı olmanın uzağında seyreden 27. bölümü de geride bıraktık. Artık diziden pek bir beklentim kalmadı kendi adıma. Sadece sezonun (ya da dizinin) final yapmasını bekliyorum. Bir de tabii ki bu macerayı sonlandıracağı belli olan Genç Osman’ın Yeniçeriler tarafından katledileceği sahneyi. Son üç haftaya girilirken tek dileğim, en azından bu sekansın bir final olmaya değecek kadar çarpıcı şekilde ekrana yansıtılabilmesi.


İçime bir sıkıntı çöreklendi ama, hayırlar olsun. Bu taht bana yaramayacak sanki.

Geçtiğimiz hafta yayınlanan 26. bölümün Sultan Mustafa’nın üç ay süren ilk padişahlık dönemini bir anda, tek bir replikle atlatıverip bu üç aylık “kukla saltanat” dönemine ve deli bir padişahın ibretlik yönetimine dair hiçbir şey göstermemesinden hareketle bu hafta Şehzade Osman’ın yeni padişah olarak tahta çıkacağını tahmin etmiştik, öyle de oldu. Bölümün hemen başında geçen haftanın finalinde yaşanan şehzadelerin muhtemel idamı olayını hızlıca toparlayıp bitiren ekip işi hiç uzatmadan aynı hızla, özel bir tahta çıkış seremonisi göstermeden ve de sahnenin üstünde çok durmadan Osman’ı padişahlık koltuğuna oturttu. Böylece bol padişahlı Kösem Sultan devrinin üçüncü padişahının saltanatına da aynı sezon içinde tanıklık etmiş olduk. Ancak tanıklık ettiğimiz şeyden ve sunulan padişah portresinden memnun kaldık mı, işte orası muamma. Zevkler ve renkler tartışılmaz elbette ama kendi adıma söylemeliyim ki saltanatının ilk bölümü itibarıyla Genç Osman olarak bize sunulan padişah portresinden kelimenin tam anlamıyla nefret ettim.


Anaaaaa...Bunlar aile boyu delirmiş tövbeler olsun. Öldüren öldürene...Geçen bölüm sürgüne gittim tahtta deli vardı, bu bölüm geri geldim daha da delisi geçmiş. Tahtı gördü mü aklını oynatıyor bunlar. İyisi mi ben payitahta en uzak vilayete kaçayım, canımı kurtarayım.

Sekiz bölüm önce dizide kocaman bir zaman atlaması yaşandı ancak Sultan Ahmet’in öldüğü 24. bölüm ile Şehzade Mustafa’nın tahta çıktığı 25. bölüm haricinde zaman atlamasının yaşandığı andan itibaren yayınlanan hiçbir bölümü maalesef ki tam olarak beğenemedim, son iki haftadır izlediğimiz bölümler de benim için işin tadını artık iyiden iyiye kaçırdı. Bu hızlandırma durumu olayların akışına hareket getirip dizinin temposunu yükseltmek açısından bazı seyirciler adına faydalı olmuş olabilir ama daha önce de söylediğim gibi bu durumun senaryonun gidişatı anlamında ben hiç de dizinin hayrına olduğunu düşünmüyorum. Çünkü olaylar hızlansın da seneye gösterime sokulması planlanan 4. Murat odaklı yeni seriden önce en azından öncesindeki diğer iki padişahın kısa süreli olan saltanat dönemleri de gösterilmeden geçilmesin diye iyi niyetli olduğundan zerre kadar şüphe duymadığım ve hatta dizinin sadık seyirci kitlesine gösterilen saygının bir sonucu olduğunu düşündüğüm bu yeni gidişat ortada ister istemez mantıklı bir karakter tasarımı, inandırıcı bir hikaye akışı falan bırakmadı. Artık derhal sonuçları gösterilmesi gereken büyük olaylar var, o olayların alt zeminini ilmek ilmek hazırlayan hikayeler ve karakter dönüşümleri yok. 27. bölüm bu durumun ibretlik bir göstergesi oldu.


Zaman atlaması yapıldı, ekranın altına bu sefer tarih atıldığı gözlendi. İşlem : tamam!

Tıpkı Deli Mustafa’nın saltanatının bir tahta çıkması, bir de tek sahnede üç ay atlatılıp o tahttan indirileceği andan ibaret olarak sunulması gibi bu hafta da Osman tahta bir çıktı, bir de ertesi sahnede takvimler üç yıl birden atlayıp 1621’e ve Osman’ın Yeniçeriler’in elinde katledileceği 1622 yılının arefesine getiriliverdi. Osmanlı’nın Duraklama Dönemi içerisinde o zamana kadarki en yenilikçi, en ilerlemeci ve genç yaşı gereği biraz da fazla delişmen olan, Türk halkının ortak belleğinde hep iyi bir şekilde yer etmiş bu padişahın saltanatının üç yılı da böylece buharlaşıp uçuvermiş oldu. Belki de anlatılması gereken en ibret verici padişahlardan biriyken o döneme ve reformlarına dair pek bir şey göremedik. Konu tabii ki de bir anda dizinin bitmek tükenmek bilmeyen tek derdine, yani kardeş katline ve bu defa dolayısıyla Yeniçeriler’le restleşmeye geldi dayandı. İyi güzel…Zorunluluklardan dolayı bu işin böyle halledilmesine artık bir şey diyemiyoruz. Ancak sunulan Genç Osman portresi şahsım adına çok sıkıntılı, sıkıcı ve inandırıcılıktan oldukça uzaktı.


Artık padişah ben oldum, taht benim oldu diyorum, üç yıldır kimseye dinletemiyorum. Saltanatım bar bar bağırmakla geçiyor. Yürü hadi lala, kafasını kopartalım artık şunların. Hepsini parçalayalım. Arkandayım lala...Aslansın, kaplansın!!!

Hikaye gereği üç yıldır devlet eden, üç yıllık taht ve saltanat deneyimi olması gereken, haliyle artık doğruyu yanlışı birbirinden ayırdedebilme yetisine hiç yoktan biraz sahip olmasını bekleyeceğimiz bir padişahı, bölüm boyunca hiç kendi kafasını kullanmadan daha dünkü yeniyetme gibi lalasının ağzına bakarak iş gören, hiçbir şeyi anlamadan dinlemeden ergenler gibi ona buna atarlanan, önüne gelene bağırıp çağıran, en küçük bir olayda bile tek çözümü karşısındakini kılıçtan geçirmekte bulan, sanki üç yıldır imparatorluk yöneten bir şahsiyet olarak değil de, daha dün tahta çıkmış deneyimsiz ve aptal bir çocuk gibi seyrettik durduk. Şehzadeliği döneminde bile çok daha aklı başında ve mantıklı, oturaklı biri olan, tahtın geleceği için umut vaadeden Osman karakterini o günlerdeki haliyle hiçbir alakası olmayan yeni karakter özellikleriyle iticiliğin zirvesinde bir aciz olarak resmettiler.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER