"Şeytan, Cennetten kovulduktan ve son savaşı da kaybedip tamamen düştükten sonra, ona zaman içinde bazı güçler bahşedilmişti. Bunlardan en önemlisi ise, birden fazla yerde olabilme yeteneğiydi. O’na, insanların zihnine girebilme hakkı da tanınmıştı. Onlarla bu şekilde konuşabilir ve onları bu şekilde etkileyebilirdi. Ancak, insanlara bilerek ve isteyerek mevcut haliyle fiziken görünmesi ve bu şekilde onları korkutarak istediklerini yaptırabilmesi yasaktı. O, sadece yolları çizerdi. Hangi yolda ilerleyeceğine ise, insan kendi karar verirdi.. Bu yüzden yeryüzünde tek yapabildiği, insanlara görünmeden onlarla iletişime geçebilmekten ibaretti..
Ayrıca, O’na istediği zaman istediği yere anında gidebilme şansı da tanınmıştı, ancak bunun için gitmek istediği yerde muhakkak kötü bir düşüncenin olması veya kötü bir olayın yaşanması gerekliydi. Bilerek ve isteyerek bir insan bir insana ya da bir hayvana zarar vermedikçe ya da kibir, kıskançlık, öfke gibi duygular bir insanı ele geçiremedikçe, Şeytan’ın yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bu yüzden binlerce yıl boyunca içinden kötülük geçmeyen insanlara ve birkaç istisna hariç ibadethanelere yaklaşamamıştı..
Bütün bunların yanında; birden fazla yerde olabilme gücü, ona sunulan hem en büyük lütuftu hem de en büyük lanetti. En büyük lütuftu; çünkü yüzlerce binlerce insana aynı anda etki edebiliyordu. En büyük lanetti; çünkü hiçbir zaman Cehennem’den tamamen ayrılamıyordu. Bu yetenek, O'na bir parçası her zaman Cehennem’de kalması şartıyla verilmişti. Zira, kıyamet gününden sonra azap çekeceği gerçeğini hiçbir zaman unutmaması, her zaman da o korkuyu hissetmesi isteniyordu ve bütün bunların amacına ulaşmadığı da söylenemezdi. Binlerce yıl boyunca sadece ona eziyet olması için yaratılan ve gözünün önünde azap çeken ruhları (Aslında o ruhlar herhangi bir acı hissetmiyordu) izlemek zorunda kalmıştı..
Üstlerine sürekli korlar yağan, vücutlarına ateşten hançerler saplanan, uçları ateşten çivilerle dolu kırbaçlar yüzünden etleri kemiklerinden parça parça ayrılan ruhların acı dolu çığlıkları, sürekli kafasının içinde yankılanıyordu. Ancak, onun için en büyük zulüm; bütün bu yaşananlara dayanamayarak bir süre sonra ölen ruhların, aynı acıları yaşaması için tekrar tekrar diriltilmelerine şahit olmaktı. Günün birince aynı azabı kendisinin de çekeceğini bilmek, O’nu rahatsız ediyordu. Aslında, sonsuz azaba mahkûm olduğunu biliyordu, ama o gün gelene kadar her saniye bunu izlemek zorunda olmak; tarif edilemez bir işkenceydi. Lâkin, bunun ona fiziksel bir zararı yoktu, çünkü kıyamet gününe kadar O, en azından bu şekilde bir azap çekmeyecek, herhangi bir acı da hissetmeyecekti..
Ayrıca, Şeytan binlerce yıldır insanoğlunu, verdiği söz doğrultusunda Hakk yolundan ayırmaya ve onları da kendi azabına ortak etmeye çalışıyordu. Cennetten kovulduğundan beri yegâne amacı buydu, sırf bu amaç uğruna Tanrı’dan kıyamet gününe kadar zaman istemişti. O günden bu güne, bu uğurda milyonlarca, belki de milyarlarca insanı kendi batağına da çekmeyi başarmıştı. Ancak, gerçekten istediği bu muydu? Bazı şeyleri yapıyor olması, onun kararı mıydı? Yoksa şartlar mı onu bu yolda ilerlemeye mecbur bırakmıştı? Bir yandan gerçekten insanları iyiden ve güzelliklerden uzaklaştırmaya çalışırken, bir yandan da bütün bu olanların hiç yaşanmamış olmasını istiyordu. Ancak, Adem’e karşı olan tavrından ve sonrasında sebep olduklarından pişman değildi. Hâla yaptıklarında haklı olduğunu düşünüyordu, lâkin yine de binlerce yıldır hep aynı sorular kafasının içinde yankılanıyordu..
Neden ona özgür irade bahşedilmişti? Neden, O da diğer melekler gibi, sadece ibadet etmek ve her denileni sorgusuz sualsiz yapmak için yaratılmamıştı? Eğer, kendisine özgür irade verilmemiş olsaydı yine de bunları yaşayacak mıydı? Peki, bu binlerce yıldır yaşadığı hayata ve kıyamet sonrası çekeceğini bildiği azaba, çok mu hevesliydi? Daha en başından, O'na; Tanrı’nın verdiği kararlara karşı çıkabilme yetisi verilmemiş olsaydı, bunların hiç birini yaşamamış olacak, sonsuz hayatı boyunca hiçbir zaman acı, keder ve azap nedir bilmeyecekti..
İyi, ama bütün bunların suçlusu kendisi miydi? Zamanı geri çevirebilmek için, tek bir şansı bile var mıydı? Eğer böyle bir şansı olsaydı, bunun için nelerden vazgeçerdi? Bunun için neleri göze alabilirdi? Ya da en önemlisi; böyle bir şansı elde edebilmek için ne yapması gerekliydi? Peki, eline böyle bir şans geçerse nasıl davranırdı? Adem’e karşı tavrı bu sefer nasıl olurdu? Yine, eskisi gibi mi davranırdı? Yoksa, haklı olduğunu düşünmesine rağmen, bunca azaba maruz kalmamak adına, ona boyun eğmeyi mi yeğlerdi?"*
Yazı devam ediyor..