Frank demişken; Claire ne kadar duygusuz ve ilgisiz kaldıysa adamcağızın durumuna, Doug da bir o kadar içlendi. İşi kendi karaciğerini bağışlamaya kadar götürdü. İşte vefalı dost böyle oluyor. Meğer ABD başkanı da olsan karaciğere ihtiyacın oldu mu adın bekleyenler listesine yazılıyormuş. Öyle hemen bir numaraya da değil, sona kalan dona kalır şeklinde. Doug bu durumu da zorlamaya çalıştı ama pek bir sonuç elde edemedi. Biz de soruyoruz ABD yönetimine tabii, bu mu hukukun üstünlüğü? Karaciğer gerektiği anda listeye üç sıradan girmek saygısızlıktır. Zenginin, güçlünün üstünlüğü bu. Muz cumhuriyeti resmen.
Doug’un çok zor günler geçiriyor oluşu Frank’ın yanında beklerken “ben şimdi ne yapacağım patron,” diye dertlenmesiyle iyice belli oldu. Bütün devlet yönetimi Doug’un omuzlarına kalmış gibi. Bir yandan Goodwin’in sansasyonel notlarıyla uğraşıyor, bir yandan Claire ile uğraşıyor, bir yandan Seth ile uğraşıyor… devletin düzeni, dirliği diye bir şey kalmadı adeta. Hal böyleyken, Seth’i evine davet edip üzerine çullanmasını da makul karşılamak gerekir diyeceğim ama, bir Doug hayranı olarak benim bile biraz abartı bulduğum bir hareketti bu. Yani durup dururken bir kere ihanet etmiş Seth, bu hareketten sonra on katını yapsa yeri. Böyle ucuz bir fiziksel üstünlük gösterisinden etkilenip korkacağını sanmıyorum. Unutmadan, yapım ekibini de takdir etmek gerekiyor bu sahne için. İzlerken Seth gibi gerim gerim gerildim.
Remy paşanın bu sivil sefası çok uzun sürmeyecekti... dün yediği hurmalar başına bela olacak, kendini ansızın takım elbiseler içinde bir kez daha Beyaz Saray'da bulacaktı.
Seth bir yana, bir de ölmesine rağmen hâlâ bitmeyen bir Goodwin vakasıyla uğraştı bu bölüm Doug. Claire ile el ele verip Goodwin’in notlarını “akıl sağlığını yitirmiş birinin saçmalıkları,” şeklinde sundular basına. Hani, hepimiz biliyoruz şimdi, hepsi gerçek elbette. Ama oldu bitti işte, daha ne istiyorsunuz? Eski editörlerden Tom Hammerschmidt’in kapısını çaldılar bu bölüm çokça. Önce FBI, sonra Telegraph’taki yılmaz gazeteci Kate. Bu mevzu bir türlü kapanmak bilmiyor, uğruna ne canlar feda oluyor. Tam Goodwin de belasını buldu, Frank kurtuldu derken, şimdi Kate üstlenecek gibi duruyor bu suçlamaların araştırmasını. Frank’a bir rahat vermediniz yahu. Bu mu basın özgürlüğü?
Frank’sız diziye, eğer böyle ilk sezondaymış gibi gidecekse hep, ben varım. Yoksa Frank reis bir an önce devletin başına geçsin, bir rahat nefes alalım. Önümüzdeki hafta görüşmek üzere, hoşça kalın!