Istırap çekmekte dünya markası olan dişi kişilerin
başında gelen Frida Kahlo, 62 seneden uzun bir zaman evvel ıstırabı
henüz son bulmadan hezeyanla yakardığı “Acılarımı
boğmaya çalıştım; ama pislikler yüzmeyi öğrendiler ve şimdi ben, bu hoş ve iyi
his tarafından alt edildim.” -bana sorarsanız- yakarışı, bir anda gözümün
önünde Defne’nin silüetine büründü. Hani hep diyorum ya, ortada bir mutluluk
varsa ve Defne buna dahilse mümkün değil 24 saat süremez o diye, alın buyurun
işte, gene 24 saatin sonuna gelmiş bulunduk sevgili Kiralık Aşk
izleyicisi.
Şimdiye kadar acılarını değil de daha çok korkularını
boğmaya çalışan Defne, Ömer’i kaybetme korkusu ile bütün benliğine su yutturdu
adeta. Yüzeye çıkmaya çalıştıkça, her seferinde daha da çok dibe çekildi. Kendi
ayağına bile isteye bağladığı kılık değiştirmekten bir hal olmuş iki yüz bin
lirası, başkaları tarafından her yanına asılmış “çek” prangaları, bir yandan
içinde ağırlığını koruyup nefes almasını engelleyen korkusu… Anlatırken benim
içim düğüm düğüm oluyor, Defne ne yapsın?
Ne mi yapsın?
Ömer’e her şeyi bütün çıplaklığı ile anlatsın artık mesela.
Sinan’a gidip sorgusuz sualsiz birden dökülüverdiği gibi aynı, Ömer’in
karşısına geçip kurtulsun bütün zincirlerinden. Kaçmasın artık, kaçacak yeri
yok çünkü. Bunu bir yerlere kapanıp düşünmeye de gerek yok öyle. Anlatmaya başladığı ilk andan itibaren Ömer hiçbirinin yalan olmadığını bilecek. Defne'si yalan söylemekte pek başarılı değil çünkü. Belki inanmamayı tercih edecek ama kalbi, aklı, gururu her yanı "köpek" gibi bilecek.
Birkaç zaman
önceki yorumlarımdan birinde demiştim “Bu sırdan kurtulmak diş çektirmek gibi” diye, işte aynen öyle, çektir gitsin Defne! Acırsa bir kez acır, kanar hem
de çok kanar ama elbet bir gün, bir zaman kabuk bağlar. Bakarsın yirmilik diştir de
yerine yenisi gelmez. Malum sende dertler derya; biri gidiyor, biri geliyor…

Defne: Alo müşteri hizmetleri mi? Bu rol büyük gelmişti bana ama küçüğü ne zaman gelir acaba, yolda mı?
Aslında ne diyeyim, nereden başlayayım da nereye bağlayayım
inanın hiç bilmiyorum. Kendimi, andacıma samimi olmadığım kişi tarafından
zoraki yazılmış samimiyetsiz bir “Kalbin kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığın
için teşekkür ederim” girizgahı gibi hissediyorum. Bütün iyi hislerimin suyu
çekildi sanki. İçimde bir şeyler kaynıyor ama tarif edemiyorum hiç.
Hani böyle çok istediğiniz, beklediğiniz bir şey olur da ona
giden yolda ne işiniz varsa alelacele yaparsınız ama hedefe ulaşma telaşı ve
heyecanından ne yaptığınız bir şeye benzer, ne de beklediğiniz şey beklediğiniz
gibi kalır ya, bölümü izlerken hissettiğim tek şey buydu. Belki biraz da
kızgınlık vardı ama, ona hiç değinmeyeceğim bu yorumumda. Zira Fikret’i alıp bir
o duvara, bir bu duvara çarpmaktan ben yoruldum ama bu hamfendi ne hikmetse başkasına deliler gibi aşık olduğunu bildiği Ömer’in
içine düşmekten, efendime söyleyeyim buğulu buğulu göz süzmekten yorulmadı. Simurg’unu
da alıp gideceği günü sabırsızlıkla bekliyorum sadece. Söylemeden de geçemeyeceğim
ama, bahar rüzgarın çok yanlış yönlere esmeye devam ediyor Fikret, aman diyeyim
dikkat. Zira içeride Nihan Topal gibi bir müttefikim var artık…
Yazı devam ediyor...